Tam endişelerim son bulmuşken ikili tarama testi tantanası başladı. İlk hamileliğimde de ultrason değerleri normal olmasına rağmen, kan tahlili sonucunda biyokimya riskim yüksek çıkmıştı. Bu hamileliğimde de aynı senaryo karşımdaydı. Tahlil sonuçlarında biyokimya riskim yine yüksek gelmişti. Ama ben geçen seferden deneyimli olduğum için çok da takmadım kafama. Yine de doktorum detaylı ultrasona daha erken girmemi önerdi. Ben de hemen 1 hafta sonraya Perinatalog Murat Muhçu’dan randevumu aldım. Detaylı ultrasonda da bebeğe ait değerler gayet normal görünüyordu. Ama 14. haftada olduğum için doktor 19. haftada tekrar gelmemi söyledi. Çünkü bebekle ilgili bazı organ gelişimleri ancak bu haftalarda tamamlanırmış. Bu arada cinsiyeti de belliydi. Tüm beklentilerimin aksine 2. erkek bebeğime hamileydim. Kız olacağına nedense o kadar kendimi inandırmıştım ki sarsılmadım desem yalan olur. Hayali kızım için yaptığım cicili bicili alışverişler, ilerde anne-kız içeceğimiz kahveler ve anneanne olma hayallerim ultrasondaki küçük bir penis görüntüsüyle birlikte yerle bir olmuştu. Evimizin kraliçesi olma yolunda emin adımlarla yürüyecektim demek ki.
Detaylı ultrasonda da her şeyin olumlu olmasının şerefine 4,5 yaşındaki oğlumuz Aras’a da artık kardeşi olacağını söylemeye karar verdik. Zaten hamile kalmaya karar verdiğim andan itibaren sürekli tepkisini yokluyordum ve bir kardeş istediğini biliyordum. Ama iş gerçeğe dönüşünce nasıl bir tepki vereceğinden emin değildim. Eşimle birlikte bir kardeşi olacağını Aras’a söylediğimizde sanki dünyanın en normal haberiymiş gibi karşıladı. Hatta hemen ismini bile belirledi; Ali Emre. Kendisi de Ali Aras olduğu ve de Emre ismini çok sevdiğimiz için hiç itiraz etmeden ailemizin küçük üyesinin ismini hemen benimsedik.
İlk hamileliğimden tecrübeli olduğum için bu sefer daha 14. haftada bebeğimin ilk hareketlerini hissetmeye başladım. İçimde yine minik mısır taneleri patlamaya başlamıştı. Bu duyguyu nasıl da özlemiştim. Her geçen gün daha da sık hissetmeye başladığım hareketlerini dört gözle bekliyordum artık. Bu arada bol koşuşturmalı ve toplantılı hayatıma son hız devam ediyordum. Hem benim bu hallerimden dolayı, hem de karnım pek çıkmadığından kimse hamile olduğumu fark etmiyordu. Aslında bir süre sonra fark ettim ki ben de söylemeyi unutuyordum. İçimdeki bitmek bilmeyen girişimci enerjisiyle konuşulacak ve yapılacak o kadar çok şey vardı ki hayatımda, bebeğe sıra gelemiyordu bir türlü. Bu koşturmaca ve metrobüs-metro-marmaray üçgeninde geçen tempomda minik bebeğim kendi kendine büyüyordu içimde.
Bütün bu akışın içinde 2. detaylı ultrason randevumun olduğu 19. hafta geldi çattı. Kontrole annem ve oğlumla birlikte gittik. Oğlum da böylece kardeşini seyredebilecekti. Muayene gayet güzel başladı. Hatta oğlum kardeşinin hareketlerini görüp çok heyecanlandı. Derken Murat Bey bebeğin Down Sendromlu olma ihtimalini arttıran 2 tane minör marker olduğunu söyledi. Bunlardan birincisi kalbindeki kalsiyum birikintisini oluşturduğu minik beyaz noktaydı. İkincisi ise femur kemiğinin boyunun 10 gün geriden geliyor olmasıydı. Aslında kalbindeki noktanın sağlıklı bebeklerde de olabileceğini ve femur kemiğinin geriden gelmesinin de yapısal bir durum olabileceğini söyledi. %90 normal kromozom yapılı bir bebek olduğunu, ama biyokimya riskim de yüksek olduğu için, %100 emin olabilmenin 2 yolu olduğunu söyledi. Bunlardan biri yurt dışına kan örneği göndermek, diğeri ise amniyosentez yaptırmaktı. Benim kararım ise çok netti; ikisini de yaptırmayacaktım. Bu bebeği her ne olursa olsun dünyaya getirecektim. Doktor konuyu biraz daha düşünmemi ve duruma göre karar vermemi önerdi. Akşam eşimle de düşüncemi paylaştım ve onun da bu konuda desteğini aldım. Akşam bana moral olsun diye baş başa yemeğe bile çıktık; keyfimiz çok yerindeydi. Ta ki eve gelip de uykum kaçana kadar. Sabaha kadar internetten Down Sendromlu bebek hamileliklerini ve hikayelerini okuyup okuyup ağladım. Benimle aynı belirtileri olup bebeği Down Sendromlu doğan bir çok anneyi okudum. Hatta hamileliğimin başından beri sadece 1 kilo aldığım için bunu bile ona bağladım. Okuduklarımın sonucunda, gün ağardığında Down Sendromlu bir bebeğe hamile olduğumdan neredeyse hiç şüphem kalmamıştı. Peki bu ülkede Down Sendromlu bir çocuk dünyaya getirmek ne kadar kolay bir karardı? İşte bütün bu soruları kendime sorup, sonuç olarak doğuma kadar bu endişeyle yaşayamayacağıma karar verdim; amniyosentez yaptıracaktım.
Ertesi gün hemen doktoru arayıp 3 gün sonrasına randevu aldım. O 3 gün sanki geçmek bilmedi. Kafamda türlü senaryolar, gece abuk subuk rüyalar derken bir de tam 1 gün öncesinde annemler çok önceden planladıkları uzun bir tatile çıktılar. Beni iyice bir endişe aldı. Ya ters bir şey olursa ve annem oralarda olursa. Ve o kadar uzaktalarken onlara nasıl söylerim diye düşünüp duruyordum. İlk hamileliğimde de amniyosentez yaptırdığım için nasıl bir işlem olduğunu çok iyi biliyordum. Dolayısıyla hem işlemi bildiğim, hem de Murat Bey’e çok güvendiğim için işlemle ilgili hiç korkum yoktu. Gerçekten de çok rahat geçti. Eşim ve kuzenim de yanımda olduğu için amniyosentez sonrası dinlenirken ultrasondan bol bol bebeğimizi seyrettik ve elimizde bir sürü resimle ayrıldık. Amniyosentez sonrası riskli olduğu için, 2 gün boyunca hep istirahat ettim. Zorunlu da olsa biraz durmak bana da iyi gelmişti aslında. 3. günün sonunda telefonum çaldı; arayan Murat Beydi. Sonuçlar gelmişti ve her şey normaldi Sevincimi o sırada yanımda olan annemin çok yakın arkadaşı manevi teyzemle ve eşimle paylaştım. Sonra da tek başıma yürüyüşe çıkıp deniz kenarında uzun uzun oturdum. Tüm endişelerimi ve olumsuz duygularımı dalgalara gönderip, hem ağladım hem tüm kalbimle şükrettim…
Bu dönemde en iyi yaptığım şey yediğime içtiğime dikkat etmek olmuştu. Normalde insülin direncim olduğu için özellikle glisemik indeksi yüksek gıdalardan olabildiğince uzak duruyordum. İlk 3 aydaki koku hassasiyetim geçtiği için artık haftada en az 1 kere balık da yemeye başlamıştım. Kan tahlillerimde vücudumdaki vitamin ve mineral depoları da iyi çıktığından, doktorumun da onayıyla, hamileliğimin başından beri herhangi bir takviye de almıyordum. Amniyosentez sonrası ilk kontrolümde Gülnihal Hanım şeker yüklemesi yaptırmak isteyip istemediğimi sordu. Ben yaptırmak istemiyordum. Çünkü zaten dikkat ediyordum. O zaman haftada 2-3 gün açlık ve tokluk şekerlerimi ölçmemi istedi. Neyse ki değerlerim hep normal seviyelerdeydi. Şekere çok dikkat ettiğim için pek kilo da almıyordum. Ama 24. hafta civarında artık karnım iyice belli olmaya başlamıştı. Normal pantolonlarımın belleri sıktığı için artık hamilelik pantolonuma terfi etmiştim. Hamile göbeğimi de çok özlemiş olduğumu fark ettim. Sanki her şey daha bir güzel duruyordu üstümde.
2. trimester’ın bitimine 2 hafta kala çok ağır bir üst solunum enfeksiyonuna yakalandım. Hiç durup dinlenmediğim için de 16 gün boyunca bir türlü kurtulamadım. Sonunda bir gün inanılmaz bir mide bulantısıyla kendimi eve atıp içimde ne var ne yoksa dışarı çıkarınca, hamileliğimin başından beri ilk defa korktum. Annem telefonuma ve laptop’ıma el koyup kendi evinde beni zorunlu istirahate geçirince mecburen dinlendim. Arada telefonumu kaçırıp mesajlarıma baksam da, doktorumun da tavsiyesiyle günün büyük bölümünü uyuyarak geçirdim. Gerçekten de dinlenmek çok iyi gelmişti. İçimdeki enfeksiyon son olarak bağırsaklarıma da vurup artık vücudumu terk ettiğinde derin bir nefes aldım. Artık çok iyiydim. Bu arada havalar ısınmış, her yere bahar gelmiş ve ben artık 2. trimester’a veda ederken, büyüyen göbeğim ve küçük oğlumun kuvvetlenen tekmeleriyle kendimi iyice hamile hissetmeye ve çevreme de hissettirmeye karar vermiştim.
[author title=”Mine Dedekoca” image=”https://kadikoyanneleri.com/wp-content/uploads/2015/08/ka_minededekoca_foto.jpg”]Aras’ın annesi. Doğma büyüme Kadıköylü ve bir Kadıköy aşığı. 2011 yılında Aras’ın doğması ile birlikte kurumsal hayata veda edip kendi işini kurarak evden çalışmaya başladı. Halen kurucusu olduğu elektronik davetiye sitesi Davetpostasi.com‘u yönetiyor ve aynı zamanda Stage-co ekibi ile birlikte girişimcileri destekleyen etkinlikler ve eğitimler düzenliyor.[/author]