Birinci adım: Ev!
Yaptığım ilk test ve iki pembe çizgi… Kerem bilgisayarında oyun oynuyor. Önüne bırakıyorum sonucu ve hiç umursamadan “Yok canım silik bu çizgi” diyor. Oturuyorum sandalyeye, o oyununa devam ederken koyulaşmasını bekliyorum çizginin. Çünkü biliyorum aslında hiç bitmeyecek bir serüven başlıyor bizim için!
Aynı gün ikinci adım: Minibüsteyiz annemlere doğru.
Zorla kan testi yaptırmışım ve sonucu öğrenmeye dakikalar var. Cep telefonundan baktırıyorum Kerem’e ve sonuç “Evet” hamilesiniz. Minibüs sallanıyor o an, ben karnımı tutuyorum!
Üçüncü adım: Annemlerin evinin önü.
Gülüyoruz sürekli ve sarılıyoruz birbirimize. Söylemeyeceğiz kimseye. Yok şu anda kaldıramayız ilgi odağı olmayı. Ee sigara içmeyeceğim, anlamazlar mı? Anlarlarsa anlasınlar. Hey Kerem baba mı oluyorsun? Ben anne miyim? Ne yapacağız? Sorular, heyecan, sevinç, hayret ve elim hala karnımda!
Dördüncü adım: Annemlerin evinin içi.
Masada yemek yeniyor. Biz sürekli bakışıyoruz Kerem’le. Gıcık gıcık gülüyoruz. Laflar sokuyoruz birbirimize. Kerem “Ben sigara içmeye çıkayım” diyor balkona, herkes duysun diye bilerek. Kalkmıyorum yerimden. Kimse de tık yok jetonlar düşmüyor. İlk önce gülmelerimize babam da katılıyor anlamadan. Annem “Kavga mı ettiniz neler oluyor?” diyor:) Söylemeyeceğiz ya güya kimseye.”E ben artık sigara içmeyeyim diyorum”, ayağa kalkıyorum karnımdaki elimi işaret ederek. Ve sessizlik…Ve çığlıklar… Ve sarılmalar… Ve ağlamalar…Ve gülmelere geri döndüğümüzde biliyoruz ki artık her şey herkes için çok daha güzel olacak!
Ve sonraki adımlar:
Çocuk bizlerin bir çocuğu oluyor..
Hamilelik süreci asla tek başına yaşadığın bir süreç değil. Çocuğunun olması ise yüz kişilik neredeyse 🙂 Ama o başka bir hikaye. Biz Mete’yi öğrenir öğrenmez söyledik karşımıza çıkan herkese. Ve iyi ki işler yolunda gitti ve mutluluğumuz bozulmadı. Benim için hamilelik tam da öğrendiğim an başladı. Oysa ondan önceki hafta bir arkadaşımın doğum gününde çok içmiş ve sabaha kadar ağlamıştım. Gittiğimiz tiyatroda Kerem’in boynuna yapışıp kalmıştım ağlamaktan yine ve en son biz çıkmıştık içerden. Ama herhalde genelde ağlak bir tip olduğum için kimse umursamadı 😀 Öğrendiğim zaman ise derin bir duygusal boşluğa düştüm. Çocukları oldum olası çok severim, ailenin fahri bakıcısı olarak tüm kuzenler elimden geçmiştir. Ama bu bir başkaydı işte. Hayatımın – benim – beni ben yapan şeylerin bir anda değişiyor olması, şu anda tarif edemediğim çok değişik bir korkuya itti beni.
İlk 3 ay – gündüz uykularının verdiği etkiyi de sayarsak – evde depresyon halinde geçti. Tam da gezi olaylarına denk gelen bu süreç ekstra korku felsefeleri geliştirmeme neden oldu tabii ki. Kerem’in de korkularını eklersek ohoo, içimde büyüyen bir bebek değil neredeyse bizi mahvedecek bambaşka bir şeydi. İşte bu nedenle iyi ki herkeslere söylemişiz diyorum. Onların güzel enerjileri bizi ayakta tutuyordu çünkü. Mete’nin karnımdaki ilk üç ayını canım dostlarımıza ve ailemize atfediyorum müsaadenizle 🙂
İkinci üç aylık dönem ise literatüre lale devri olarak geçebilir. Benim içimden taşıp herkese yansıyan bitmek bilmez enerjim, yaz aylarının verdiği mutluluk duygusu, o ayaklarını sevdiğimin ilk tekmeleri, fazla kilo almadığım (henüz!) ne giysem yakıştığı mutlu hamilelik günleri 🙂 Arzucuğumun verdiği doğal doğum kitaplarını yalayıp yuttuğum, yogaya yeniden döndüğüm, Mete o an gelse hooop diye doğurabilirim sandığım o muhteşem 3 ay. Hala beni üzen tek konu olarak gezi olayları devam etse de orada bile başka bir bakış açısı geliştirmiştim; geleceğe umutla bakmak… Gittiğim kontrollerde Mete’nin Mete olduğunu öğrendiğimiz zaman dilimi de buydu hem. Hep bir kızım olacak gibi hissedip Leyla’yı bekliyordum oysa. Kerem ise İskender geliyor diyerek benimle iyi dalga geçti. Erkek olduğunu öğrendiğimiz gün yasakladım İskender demesini ve o zaman Mete olsun dedi, hemen atladım. Babalar bu taktik çok işe yarıyor!
Tam bu aralar o zamanki doktorumuz saçmaladı. Hiç yoktan sezeryan lafları etmeye başladı. Hem de çok sığ bir dille normal doğumu kötüleyerek. Biz de hemen yeni doktor arayışlarına girdik. Hiç olmadı evde bile doğururum diyordum, yani öyle güzel bir devirdi o 3 ay 🙂 Son düzlüğe girdiğimiz günler – takriben Mete yedi aylık içimde oradan oraya yuvarlanan bir dobik iken – benim sabırsızlığım başladı. Çok fazla kilo almıştım (doğuma giderken toplam 26 kiloydu!!!), kıpırdayamıyor, ayakkabımı bağlayamıyor, kendi kendime pek birşey yapamıyordum. O kadar kötü bir ruh haline geri döndüm ki doğal doğumu geçtim normal doğumu bile nasıl yapacağımı düşünmeye başladım. Bu düşünceler Mete’yi harekete geçirmiş olacak 34. haftada gelmeye kalktı. Yeni bulduğumuz doktora canı gönülden güveniyordum ve ne derse yaptırdım: Mete’nin doğma ihtimaline karşı ciğerlerini geliştirici bir iğne yapıldı, bana tansiyon düşürücü bir ilaç verildi ve dinlenmem önerildi. Nereden baksan 6 hafta! Geçen üç ayını hoppidi hoppidi bir orada bir burada geçiren biri için klostrofobik günler başlamış oldu. Bu süreç boyunca Mete hep kafası aşağıda her an gelebilir durumda benimle birlikte pinekledi. Birlikte kitaplar okuduk, filmler izledik, eşyalarını düzenledik, hayaller kurduk…Bu son 3 aylık dönem hem sabırsızlık hem muhteşem heyecanlı hislerle doluydu. Kime benzeyecek? Çok ağlayacak mı? Sütümü içecek mi? Ve daha nicesi…Tüm bunların arasında kendimi o kadar çok normal doğum yapacağım diye motive ediyordum ki sezeryanın ne olduğunu araştırmamıştım bile. Ama Mete son kontrolde bir sürpriz yaptı bize.
Normalde 16 Aralık günü doğması beklenen Mete Bey aldığım ilaçların etkisiyle gelmekten vazgeçmişti herhalde ve hiçbir belirti göstermiyordu. Yeni görevim yatmak değil bol bol merdiven çıkmaktı şimdi de 🙂 40. hafta gelip çattığında 17 Aralık gününe ravdevu ayarladım. Annemle doğum çantamızı hazırlamıştık çoktan ve belki hastanede geliverir diyorduk. Hakikaten de öyle oldu ama beklemediğimiz bir şekilde. Doktorumuzun ultrasona bakıp da yüzünde beliren şaşkınlık ifadesini anlatamam. Sadece şöyle diyebildi:
“Eee kafası yukarıda !!”
“Nasıl yani ???”
“Kafasını yukarı çıkarmış işte ??!!??”
Sen iki ay kafa aşağıda her an gelecekmiş gibi dur, son hafta hatta belki de son gün kafayı yukarılara taşı. Laz kanı var yanlış anladı bütün olayı herhalde diyorum şimdilerde 🙂 Doktorum işte o an çok hassas bir konuşma yaptı benimle normal doğumu ne kadar çok istediğimi bildiğinden. Ama Mete 4.5 kilo gösteriyordu ve onun tekrar aşağı dönmesini bekleyecek durumumuz yoktu. O hafta içinde bir gün sezeryan olmamı önerdi doktor. Şaşkın şaşkın Kerem’i aradım. O da “Bugün niye olmasın?” dedi, ben doktora döndüm “Bugün olur mu?” dedim, doktor yine şaşırdı “Olur tabi neden olmasın?” dedi. Odadan çıktım elim karnımda (Ve muhtemelen Mete’nin kafasında) içimden “Ben ne yaparsam yapayım demek sen böyle gelecektin velet” dedim! Velhasıl kelam biz çocukların bir çocuğu oldu… Tüm güzelliğiyle geldi yaşamımıza kondu… İster normal ister sezeryan olsun, onlar bunu şunlar şunu desin, şöyle olsun böyle olsun – bir çocuk daha doğdu!
Lafı çok uzatmış gibi görünsem de 9 aylık bir dönem için az bile.. Burada yazanlar sadece işin teknik kısımları. Hele ki hislerimi asla ve kat’a tek bir yazıda anlatmam mümkün değil. Hamilelik, anne olmak, sevgilinin, kocanın baba olması, annenin anneanne, babanın dede olması, arkadaşlarının bile resmen amca, teyzelere dönüşmesi… Sonsuz bir hayretler dünyası bu yeni dünya. Ve biz çocuğumuzla birlikte hala çocuk gözleriyle, kimi zaman korku ve dehşet, çoğu zaman sevgiyle bakıyoruz buraya. Tam şu anda, varlığını hissettiğim o ilk an aslında!
Elim ise;
Elim, gözüm, kulağım hep üstünde!
Ayşegül Denktaş
Mete’nin annesi. 2008 yılında Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezun oldu. Ardından Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim yüksek lisans programına katıldı. Kadıköy Moda’ya taşınması ile birlikte hayatı tamamen farklı bir yöne çevrildi. 2011 yılında Nefess Yoga yoga stüdyosunu kurdu – 2012 de evlendi – 2013’te anne oldu. 2015 yılında anne bebek yogası, 2016 yılında tao-vinyasa eğitmeni oldu. Şimdilerde Mete, Nefess ve meditasyon üçleminde mutlu ve huzurlu. Yazılarını yayımladığı kişisel bloguna buradan göz atabilirsiniz.[/author]