Geçen Pazar babamlar da toplandık. Abimler de geldiler. Masa başında 2,75 yaşında bir çocuk ve 19 aylık bir bebek olunca annemin dantelli sofrasının son hali oldukça eğlenceliydi. Yeğenimin kaşık itmelerini, sadece ekmeği ağzına tıkmalarını, ısrarlı kafa çevirmelerinin karşısında anne babasının düşen yüzlerini görünce tek bir şey söyledim “Üzülmeyin, geçecek bu günler.”
Söylemesi pek kolaydır bu cümleyi, duyan ise sinir olur içinden. Aklımız hep o doktor kontrolünde dijital tartıdaki gramlarda, masaya konan “büyüme eğrisi”ndedir değil mi?
Benim oğlum 8 aylık ve düşük kiloda doğdu. Prematüre olmaktan 100gr ile sıyrıldı, hastane çıkış kilosundan 300 gr kaybettiğinde (ki bu çok doğaldır) çocuk doktorumuz “Sizi tekrar hastaneye yollamayacağım sana güveniyorum, bu çocuğu 3 günde toplayacaksın.” dedi. Ağlayarak eve döndüm, her damla sütü biriktirdim ve herkesin yardımıyla 3 gün içinde sınırı geçip sakinlemeyi başardık…
Yok öyle bir şey…O günden sonra uzuuuuun bir süre aylık rutin kontrollerde eşimle gözümüz o dijital tartıya takıldı. Eğri tablosundaki yüzdelere odaklandık.
6 aylıkken ek gıdaya geçince dakika atlamadan verilen katı gıda, emzirme saatlerinin peşinde günlerimi bebeğimin beslenme saatlerine göre ayarladım.
12 aylıkken ilk kimlik ispatı direnişiyle karşılaştık; yemek yemeyi reddetme.
Oğlanın ağzı mühürlendi sanki. Hokus pokuslar, leğende gezen balıklar, fermuarlar, düğmeler, enteresan ne varsa mama sandalyesindeydi yeter ki 1 kaşık daha yesin derdindeydik. Hiç unutmam o yaz tatile giderken “Özellikle sıcakta yemez bunlar, sakın takılmayın!” diyen doktorumuzun uyarısını kapıdan çıkınca unuttuk sanki. “Hiç birşey yemediğini düşündüğümüz” oğluma yemekleri karpuz dilimlerinin altına saklayarak, kandıra kandıra 1 saatte yedirdik.
Off ne şiştik ne şiştik!
Siz de yaptınız mı? Yapmayan var mı? Belimiz iki büklüm yeni yürüyen bebeğimizin ardında bir lokma bir lokma daha gezmedik mi? Gezmediysek bile mama sandalyesinin başında ağaç olmadık mı? Ben oldum şahsen…
Oğlum 18 aylıkken 2. Direniş denilen “TT (trouble two)” kapıyı çalmaya başladı. Ağız yine mühürlendi. Herşeye itiraz tavandı zaten. Oysa ki bir kaç aydır düzelmişti herşey…
Her öğün masa başında bir takla atmadığımız kalıyordu oğlana yemek yedirebilmek için. En sonunda bir gün çok yorgun ve uykusuzken henüz yeni taşınmış ve onlarca koli evin her yerinde açılmayı beklerken bir öğle vakti “O bulgur pilavı tabağı”nı ben havada gördüm. Oğlanın başından aşağı döktüm bulguru…Bunu her söylediğim kişi bana koca gözlerle baktı, bazı anneler “Ayyy ben de yaptım!” dedi, kimisi “Çık çık çık…” dedi, kimisi güldü, beni tanıyanlar inanamadı…
Ve ben o an durdum. Ben böyle bir anne mi olmak istiyordum. Yemek mevzusu hayat mamat meselesi olmuştu. Neler oluyordu yahu?
O gün acilen yardım almam gerektiğine karar vererek Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı’mın önerdiği bir danışmana gittim. Konuştum, ağladım, güldüm. O gün konuştuklarımız içinde en çok ilgimi çeken başlık “Her kadın anne olduğunda, bebeğini doğururken yanında kendi çocukluğunu ve ebeveynleriyle olan ilişkisini de doğurur” oldu.
Ben “O tabak bitmeden masadan kalkamayan, ağzında yemek tutan, içemediği sütü lavobaya döken, peynirleri balkondan kedilere atan” bir çocuktum. Oldukça uzun bir süre yemekle işim olmadı. Yemek yemenin keyfini, sevmediği yemeği yememeyi, yemek seçme, porsiyon seçme özgürlüğünü kazanmam lise yıllarını buldu. Çocukluğumun yemek problemini oğlumun problemi yapmak üzereydim.
Bir nefes aldım, eşimle karara vardık, oğlumun isteklerine ve istemediklerine saygı göstermeye çalıştık. Çalıştık yazıyorum çünkü bu tip bir davranış değişikliği bir günde, bir sohbetle olmuyor. Ara ara kendimi kaybetip oğlanı “Bir kaşık daha” diye zorladığımda sağ elimi sol elimle indiriyorum.
Bu direnişin bana ne katkısı oldu diye sorarsanız bu dönemde mutfakta takla atmak yerine, yemek kitapları ve bloglardan araştırarak daha lezzetli ne ve nasıl pişirebilirim diye bolca tarif denedim. Lezzetli olan, siz çocuğunuzu masada özgür bıraktıkça, zorlamadıkça çocuğun da rahatlayıp mührü kendiliğinden kırması. Tatlı olan konuşmaya başlayınca “Anne acıktım, anne doydum, anne gerçekten çok doydum, anne bana ne pişirdin, acaba tencerede ne var” diye sorması.
Evet biz de masada tablet verdik, dışarıda yemek yerken telefonumuzu da verdik, legolar da, starwars figürler de masaya geldi. 2,5 yaşına yaklaştığında cihazları yemeğin ilk başında vermeyip oturmaktan sıkıldığında vererek, yavaş yavaş azalttığımız dakikalarla, sohbet ederek, hikayeler anlatarak, o yemeği nasıl pişirdiğimi anlatarak yedirmeye başladık, kendi kendine yemesi için fırsat verip sabrettik. Son zamanlarda ise “Saat 20.00, 20.20 de yemek bitiyor masayı toplayacağım” diyerek bir zaman kavramı aşılamaya, masa başında ağaç olmak yerine sadece anne olmaya çalışıyorum.
Geçenlerde albümlere bakarken bulgur pilavı macerası ve öncesinde oğlumun gıdıklı, gamzeli ve göbekli bir bebek olduğunu görüp eşimle “Amma stres olup eziyet etmişiz çocuğa maşallahı varmış, kör müydük?” diye sorduk birbirimize.
Hayır! Her anne baba gibi bebeğimizi yaşatmak için ilk doğal güdümüz olan beslemek dürtüsüyle hareket etmiştik sadece.
Bu hafta itibariyle mama sandalyesi kalktı ve masamıza 3. sandalye eklendi.
Ağzınızın tadı hep yerinde olsun…
Ve ben, her zaman gerçeği ve yalnızca gerçeği anlatacağım…
[author title=”Tuba Şamlı Atilla” image=”https://kadikoyanneleri.com/wp-content/uploads/2015/01/ka-310115-2.jpg”]1978 Ankara doğumlu. 1987’den beri Kadıköy’lü. İstanbul Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi, Resim Bölümü ve Mimar Sinan Üniversitesi, Grafik Tasarım Bölümü mezunu. 12 yıl boyunca reklam sektöründe, uluslararası ajanslarda Sanat Yönetmenliği ve Yaratıcı Yönetmenlik yaptı. 2012 yılında oğlu Bilgehan’ın doğumuyla birlikte hayatının en yaratıcı dönemine adım atmış oldu. Serbest illüstratör ve grafik tasarımcı olarak çalışmanın yanısıra aletli dalış ve pilates sporlarıyla ilgileniyor. Eşi Ansen, oğulları Bilgehan ve Uluhan, kedileri Tatlış ile Toprak ve onlarca bitkisiyle İstanbul- Kadıköy’de yaşamakta.[/author]
Tuba’cım yine ne kadar güzel anlatmışsın. 1 yaşında olan kızım ile ben de bu aralar aynı sorunları yaşamaya başlamıştım ki yazın bana tokat atar gibi kendime gelmemi sağladı. Ece’de tepki vermeye başladı. 12 ay sanırım milatlardan biri çünkü öncesinde karşı gelmez tepki vermez ve gizli saklı kandırmacalarımdan anlamazdı. Hiç yemek ayırmadı taki 12 ayık oluncaya kadar. Aslında kişiliği oturuyor bizim yaptığımız ise onun bu özgür hür iradesini baskınlamak, dizginlemek… Sonra iş lafa gelince özgür bireyler yetiştiriyoruz ! Kişinin iyi bir çocuk eğitmesi için önce kendisini eğitmesi gereklidir mottosuna bu yüzden hayranım…
Yazın yine harika! iyi ki varsın…
Çoook teşekkür ederim bu arada yazı esnemesin dağılmasın diye yazmadığım detaylar var ” korkmayın katı gıdaya geçerken”, “ayşe kadın fasulye nasıl elle yenir” “çorba kaşıksız nasıl içirilir” gibi bunlar da bir gün önümüze gelir tekrar yazışırız. Sevgiler:) Ece’ciğime afiyet şeker olsun…
Bilgehan’ıma da afiyetler olsun… Karşımıza geldiğinde tekrar yazışır gülüşürüz 🙂