[divider]
K.A. : Sevgili Hafize, öncelikle Kadıköy Anneleri ‘ne 4 yıldır verdiğin katkılarından dolayı çok teşekkür ederim. Sayende birlikte çok güzel organizasyonlara imza attık ve güzel bir ailenin parçası olduk. Umarım uzun yıllar bu devam eder… Seni pek çok kişi tanıyor ancak daha önce de istediğim gibi bu kez RÖPORTAJ köşesinde sana özel sorularımı sormak istiyorum. Hafize Çınar Güner kimdir, kaç yaşındadır, nerede, ne zaman doğmuştur, evli midir, çocuğu var mıdır, nerede okumuştur, büyümüştür, nerede çalışmaktadır, neler yapmaktadır?
H.G. : Geçen ay 41 yaşıma bastım. Bu yaşıma kadar da bu toplumda hep birey olabilmenin mücadelesini verdim. İstanbul’da doğdum, büyüdüm ama sanırım Ankara’da “var oldum” Eşimi de orada tanıtım. 2000 yılında başlayan birlikteliğimiz 2005 yılında evliliğe dönüştü ve 2014 yılında da oğlumuz İda doğdu. Lisans eğitimimi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi üzerine, yüksek lisans eğitimimi ise Yaratıcı Drama üzerine yaptım. Doktora düzeyinde Çocuk Edebiyatı dersleri aldım. 12 yıldır Terakki Vakfı Okulları’nda Yaratıcı Drama Uzmanlığı/Öğretmenliği yapıyorum. Sanat yoluyla öğrenme, eğitim için tiyatro konusunda projeler yürüttüm, bu konularda bildiriler yayınladım ve kitaplar yazdım. “Yaratıcı Drama Köprüsü” adlı sempozyumun öncülüğünü ve koordinatörlüğünü yaptım. Tilki Toni’nin yaratıcısı, denmesi çok hoşuma gidiyor. “İyi Ki Varsın Tilki Toni” serimin ardından diğer çocuk kitaplarım da geldi ve geliyor 🙂 Şu sıralar ”İda ve Mila” serimin kitapları yayına hazırlanıyor. Çocuk yogası eğitmeni ve hikâye anlatıcısı olarak “Masal Yoga” atölyeleri yürütüyorum. Ve tabi Kadıköy Anneleri web sitemizin “İlk Kitaplığım” adlı köşesini hazırlıyorum. Hem bir anne, hem bir yazar hem de bir sanat eğitimcisi olarak çocuk edebiyatı yapıtlarını tanıtıyor ve Küçük Kitap Kurtları Buluşmaları düzenliyorum.
K.A. : Bahsi geçmişken, şu malum “MASAL YOGA” konusu var. Biraz açar mısın, nedir masal yoga? Kimler yapar, kimler yapamaz? Bu konudaki düşüncelerini öğrenmek istiyorum.
H.G. : Bundan altı yıl önce yogaya başlamış ve zihnime, ruhuma, bedenime iyi geldiğini keşfetmiştim. Tam o sıralar sevgili arkadaşım İren aracılığıyla Aylin Tokcan’ın Çocuk Yogası Eğitmenliği programından haberdar oldum ve hemen altı günlük maraton eğitimine katılıp ardından verdiği yirmi ödevi ve staj görevini tamamlayarak bir sene içinde sertifikamı aldım. Ardından kader beni Nazlı Çevik Azazi ile yeniden yan yana getirdi. Nazlı’yı o daha Berlin’e gitmeden önce tanımıştım. Drama konusunda bir şeyler yapmak istiyordu hatta kısa bir süre eşimin öğrencisi olmuştu. Berlin’den dönünce de nasıl oldu bilmiyorum ama bulduk bir birimizi. İyi ki de öyle oldu. Bir yıl birlikte aynı okulda çalıştık akabinde ben onun eğitimlerine katıldım. Bir gün okulda Nazlı’ya “Nazlı, ben “Masal Yoga” diye bir şey yapmak istiyorum.” Dedim. Çünkü dramadan gelen yanımla ben masal anlatayım çocuklar otursun istemiyordum. Elbette ki onların düş ve düşünce dünyası deviniyor ama ben hareket etmelerini de istiyordum. Nazlı her zamanki yapıcılığıyla “Aaa harika! Bak Almanya’da böyle performanslar yapan biri var.” Dedi ve bana bir çalıştay kitabı getirdi ama kitap Almancaydı ve uzun süre masamızın üstünde kaldı J Ama ben bunun üzerine gittim ve Kidsnook, İyi Cüceler, Mutlu Fil gibi butik kitabevlerinin kapısını çalıp atölyemi anlattım. Sadece butik kitabevlerinde değil masal şenliklerinde, okullarda, festivallerde, kütüphanelerde, parklarda, ulusal kongrelerde atölyeler yaptım. Ve kısa zamanda hem atölyem hem adım duyuldu. Artık sadece kendi kitaplarım için ve çok özel çağrılarda atölye yapıyorum. Elbette çocuk yogasında da masallar, oyunlar kullanılıyor. Ama benim yaptığım farklı bir şey amacım yoga yapmak değil, yoga sadece bir araç. Tek bir masal/hikâye üzerinden gidiyorum, hikâye anlatıcılığı yapıyorum. Bir performans sergiliyorum. İnteraktif bir performans. Bu performansta aslında sadece “masal yoga” yok, benim çocuklarla deneyimlediğim yirmi yılım var. Herkes yapabilir mi, tabii ki de hikâye anlatıcılığını, yogayı, çocuğu bilen herkes yapabilir. Benim ardımdan bu isimde pek çok atölye de yapılır oldu zaten yapılsın da. Bu beni mutlu eder. Tek dileğim uzaktan da olsa bana bir selam çakılması o kadar! Çünkü akademiden aldığım terbiyeyle ben hayatta hep böyle yaptım.
[divider]
[foogallery id=”6949″]
[divider]
K.A.: Akademiden aldığın terbiyeyle bir eğitimci olarak çocuğunun eğitimine de eminim ki çok önem veriyorsun. Bu anlamda okul seçiminde nelere dikkat ettin, ediyorsun, edeceksin?
H.G. : Bunun çok kişisel bir konu olduğunu düşünüyorum. Yani sizin nasıl bir hayat görüşünüz olduğuyla yakından ilgili bir konu bu. Benim için “iyi okul” öncelikle çocukların hakkını gözeten, güvenli, adaletli bir okuldur. Söz söylemeye, kendini ifade etmeye, özgürce oynamaya imkânı veren, çocuğun sanatla buluşmasını sağlayan, doğa ile bağ kurmasına imkan veren okul benim için iyi okuldur. Hiçbir zaman yabancı dil programı, bilişim teknolojileriyle ilişkisi ya da sınav başarısı benim gibi bir insanın ölçeği olamaz. Yaratıcı düşünceyi desteklemesi ve kendiliğinden olma halini önemsemesi benim için önemlidir. Ve sanıldığı gibi akademik eğitime çok anlam yüklemiyorum.
K.A. : Ama İDA’nın kitap sevgisine verdiğin önem aşikar. Eğer İDA doğuştan itibaren kitap sevmiyor olsaydı, ona kitapları nasıl sevdirirdin?
H.G. : Sevgili Aslı çok tatlısın ama böyle bir şey hiç mümkün olabilir mi? İda ya da başka bir çocuk doğuştan kitap sevebilir mi? Kitap sevmek doğuştan gelen bir özellik değildir ve her güzel şey gibi emek ister! İda kırk günlük olduktan sonra yani etrafını görmeye başlayınca ona gün içinde sıkça kitap okudum. Özellikle sabah emzirme saatinin ardından önce müzik sonra kitap zamanı yaptık. Altı aylık olup oturduğunda ise artık kitap günlük rutinimizin bir parçasıydı. Oğluma sadece yatmadan önce değil günün her anı kitap okudum. Onu kucağıma oturttum ve resimlerine direkt olarak bakmasını sağlayarak, dokunmasına izin vererek uygun ses tonu ve vurgularla okudum. Kitaptaki resimleri yorumlamayıp, o daha küçük anlamaz demeyip yazınsal metini olduğu gibi ona sundum. Ve elbette ki ne okuyacağımı büyük bir özenle seçtim. Görsel ve yazınsal metnine, iletisine dikkat ettim. İda büyüdükçe sayfaları o çevirmeye, sesleri benimle beraber o çıkarmaya başladı. Daha da büyüdüğün de ise kitaplığından kitabı o seçmeye ve kitap zamanına o karar vermeye başladı. Şimdi ise okuduğumuz kitapları canlandırmaya bayılıyor. Evimizde her yerde hep kitap var; Sehpanın gözünde, mutfak masasında, banyoda, yatak odasında… Hastalandığımızda, yolculukta, birbirimize kızdığımızda kitaplar hep yardımımıza yetişiyor. Kitaplar kadar masallar da hayatımızda. Bugüne kadar masalsız ya da ninnisiz hiç uyumadı. İlk Kitaplığım köşemde yazdığım kitaplar oğlumla okuduklarımızın sadece binde biri. İda gerçekten bir kitap kurdu. Umarım hep böyle devam eder ama bir kez daha ifade etmeliyim ki bu bir emek işidir. Siz kendinize ve ona okumazken çocuklar kendiliğinden okumayı sevmiyor ve kitap sevgisi maalesef doğuştan gelmiyor.
K.A. : Anne olmadan önce de çocuk kitabı yazmıştın ancak oğlundan sonra peşi sıra resimli çocuk kitapların çıkarttın. Anne olan pek çok farklı kişi de yazı ya da eğitimci geçmişi olmadan çocuk kitapları yazıyor, yazmak istiyor. Anne olmak bunu tetikleyen bir dürtü sanırsam. Kendi kitabını yazmak isteyenlere ne önerirsin? Hem yazmak hem de çizmek konusunda tavsiyeler olabilir bunlar ve hatta basım aşaması ve dağıtım konularına da değinebilirsen harika olur. Eminim bu süreç konusunda bilgi sahibi olmak isteyen çok sayıda kişi vardır…
H.G. : Evet, İyi ki Varsın Tilki Toni serimi oğlum doğmadan yazmıştım. Kısa zamanda büyük bir başarı kazandı. Çocuklar tarafından çok sevildi. Serinin ilk kitabı “Arkadaşlık Puding Gibidir” beşinci ayında üçüncü baskıyı yaptı ve şimdi onuncu baskıya hazırlanıyor. Serim pek çok okulun okuma listesinde. Senin de ifade ettiğin gibi resimli çocuk kitaplarımı ise oğlum doğduktan sonra onunla birlikte yazdım. Bu yüzden “Aslan’ın Doğum Günü” ve “Park Canavarı” kitaplarını ona ithaf ettim. Şimdi de bir ayı masalı var yine Kelime Yayınları’nın titizliğiyle yayına hazırlanıyor. Ayrıca oğlumun adını taşıyan “İda ve Mila” serimin kitapları Dinozor Çocuk’tan yayınlanıyor. Anne olmak kesinlikle yaratımı tetikleyen, üretken olmanızı sağlayan bir şey. Bebeğiniz/çocuğunuzla birlikte dünyaya yeniden keşfediyorsunuz ve yeniden çocuk gözüyle hayata bakıyorsunuz. Yazar olmak için eğitimci olmak gerekmediğini de vurgulamalıyım hatta mümkünse eğitimciler çocuk kitabı yazmasınlar 🙂 Şaka bir yana ben de yazmamak için üç yıl direndim. Didaktik olmamak için çabaladım. Sanattan geldiğim halde bu işin ne denli önemli olduğunu bildiğim için bekledim. Şunu belirtmeliyim ki yazma becerisi ayrı bir şey, yazar olmak, sanatçı olmak ayrı bir şey. Kendi kitabını yazmak isteyenlere acele etmemelerini ve bol bol çocuk kitabı okumalarını öneririm. Bana da bu konuda sorular geliyor “kitap yazmak istiyorum ne yapmalıyım?” “Bir kitap yazdım nasıl bastırabilirim” diye soruyorlar. Ya da kitap dosyaları gönderip bakmamı rica ediyorlar. Bence ilk olarak kendilerine şu soruyu sormalılar; “ben niçin yazıyorum?” Çünkü yazar olmak için yazılmaz, yazarsınız “yazar” olursunuz. Eğer bu sorunun yanıtının verebiliyorlarsa ve ellerindeki dosyayı çöpe atıp tekrar yazacak cesaretleri varsa o halde pes etmesinler yazmaya ve editörlere göndermeye devam etsinler. Editörün eleştirilerine ve işbirliğine açık olsunlar. Sabır göstersinler. Yazdıklarını dinlendirsinler. Ara ara dönüp, yani yabancılaşarak tekrar baksınlar. Silmekten, yazdıklarını atmaktan korkmasınlar. Tüm yaratım süreçlerinde disiplinin ve çalışmanın yaratıcılık kadar, buluş yapmak kadar önemli olduğunu unutmasınlar.
[divider]
[clickToTweet tweet=”Çocuk Kitapları Yazarı Hafize Çınar Güner ile Röportaj” quote=”Bu kitabı çocuk kitaplarıyla ilgilenen çevrenizle de paylaşın” theme=”style3″]
[divider]
K.A. : İlk Kitaplığım köşesinde hem yabancı hem de Türk yazarlara yer veriyorsun Ortalamaya vurursak eğer, Türk çocuk kitabı yazarlarını nasıl buluyorsun? En beğendiğin yazarlar ve kitapları hangileri?
H.G. : Eğer yanlış hesap yapmadıysam bugüne kadar İlk Kitaplığım’da röportajlar ve buluşmalar hariç toplam 78 çocuk kitabı tanıtmışım ve bunların 30 yerli sanatçılara ait kitaplardan oluşuyor. Köşeme kitap seçerken tek kriterim niteliktir. Nitelikten kastım ise bir sanatçı duyarlılığıyla, çocuğun düş ve düşünce dünyasını harekete geçirebilecek, kaynağını sevgiden alan, doğru bir Türkçe ile yazılmış ya da çevrilmiş olmasıdır. Görsel metni de yazınsal metin kadar önem taşımaktadır. Daha öncede belirttiğim gibi hiçbir yayıncı, yazar ile işbirliğim olmaksızın bağımsız olarak kendimin ve oğlumun seçkisini sunuyorum. Türkiyeli yazarların ve yerli nitelikli çocuk kitaplarının sayısı artıyor. Artık çocuk dünyasına girebilen, çocukla arkadaş olabilecek kitaplar basılıyor. Ya da büyük toplumsal meseleler bile çocuk gözüyle, titizlikle çocuğa sunulabiliyor. Yerli yazarlardan benim için en özeli sanırım Sevgili Behiç Ak’dır. Sadece yazdıkları ve çizdikleriyle değil yani yaratıklarıyla değil dünya görüşüyle ve sanatçı duyarlılığıyla da çok severim. “Hiç İlk Kitaplığım Behiç Ak’sız olur mu?” diyerek onun sessiz bir kitabına da köşede yer vermiştim. Yine Sevim Ak’ın ve Betül Sayın’ın da yaptıkları ve yarattıklarıyla kalbimdeki yerleri farklıdır. Tabii Süleyman Bulut’u da unutmamak gerek. Henüz köşemde kitaplarına yer vermedim ama hem kalemini hem söylemini severim. Bu arada buradan bir sürprizi de açıklayayım; Sevgili Süleyman Bulut İlk Kitaplığım köşesinin bu ay kutlayacağımız doğum günü için üç değerli kitabını Kadıköy Anneleri için imzaladı ve hediye etti. Bir de Sevgili Aytül Akal’ın yazma tutkusuna hayran olduğumu söylemeliyim. Anaokulunda çalışırken onun az mı masal kitaplarını okumuş ve oyunlaştırmıştım. Son olarak da “Abur Cubur Canavarı” adlı kitabını bir solukta okudum. Sara Şahinkanat, Şiirsel Taş ve Tülin Kozikoğlu’da sevdiklerimden. Bu üç yazara da yine köşemde yer vermiştim. Bu sıralar Sevgili Tülin’in son kitabı “Pes Etmek Yok!” oğlumun elinden düşmüyor. Ayrıca bir de Feridun Oral var. Onun da kitaplarına köşemde yer vermiştim. Ayrıca kitap hediyesi olan bir Feridun Oral dosyası da yolda. Gördüğün gibi liste uzun 🙂
K.A. : Değişik bir soru olacak ama çocuk kitaplarını fiyatları konusunda ne düşünüyorsun? İşin içinde bebek ya da çocuk girdiğinde herhangi bir ürünün fiyatı otomatikman ikiye katlanıyor. Sence bebek ya da resimli çocuk kitaplarında da bu durum geçerli mi? Fiyatlandırma neye göre yapılıyor? Burada yazarın bir rolü olabiliyor mu?
H.G. : Doğrusu bir yazar olarak bu soruyla karşılaştığıma şaşırdım ama sanırım değinmek gerekiyor. Çünkü kitabı diğer şeylerle karşılaştırmak bana biraz yanlış geliyor. Her şeyi ikişer üçer alan ebeveynler nedense sıra kitaba gelince kitaplar çok pahalı diyor, çünkü kitabı gereksiz buluyor, yani temel ihtiyaç olarak görmüyorlar. Çocuk doğmadan önce mobilyasından, giysisine, oyuncağına kadar her şeyi düşünülüyor ama kitap pek de akla gelmiyor. Fiyatlandırmanın neye göre yapıldığını ben bilmem, ben bir yazarım ve bir yazarın bunda rolü olmaz, olamaz ve olmalıdır. Ancak nitelikli bir yayınevinin yazarından, çizerine, tasarımcısına, editörüne, dağıtımcısına, ne kadar çok emek ve para harcadığını biliyorum. Öyle sanıldığı gibi bir iş değil bu. Karşınızdaki bir eser. Beğenirseniz, beğenmezsiniz… Zaten fuarlarda bu emeği, bu farkı görüyorsunuzdur. Karşınıza karşılaştırmak için pek çok yayınevi çıkıyor. Dediğim gibi çocuk kitaplarının fiyatlarını konuşmak yazara düşmez ancak anlatmak istediğim burada bir yaratımın ve emeğin olduğudur. Çalıştığım okulun kütüphanesi çok zengin. Oğluma kitapları genellikle oradan seçip ödünç alıyorum. Ama buna rağmen sanırım en çok parayı kitaba harcıyorum. İlk Kitaplığım için eğer bir yazar ya da yayıncı kitap hediye etmediyse -ki bunu ben asla teklif etmiyorum onlar teklif ederse kabul ediyorum- kitapları ben satın alıyorum ve sen postalıyorsun. Her gittiğim butik kitabevinden mutlaka kitap alırım. Dediğim gibi bir kitabın nasıl çıktığını biliyorum çünkü ve bir kitabevinin nasıl ayakta durduğunu da. Keşke her mahallede bir kütüphane olsa diye düşünüyorum. Bunun demokratik bir hak olduğuna inanıyorum. Biz mahallede, Moda’da birbirimize kitap ödünç veriyoruz. Bir de benim üniversite yıllarında çok sevdiğim ve yaptığım bir şeyi şimdi oğlumla yapıyoruz, kitabevlerine gidip kitap okuyoruz. Çıkarken de bazen kitap satın alıyoruz. Bu sıralar 6.45 Kitabevi’ne dadandık 🙂 “Çu’nun Bir Günü” serisini orada okumaya bayılıyoruz. Kısacası kitap ulaşılmaz değil!
K.A. : Peki Hafize özel hayatında neler yapar? Eşiyle, çocuğuyla, komşularıyla, ailesiyle arası nasıldır? Neler yapmaktan hoşlanır? Nasıl bir annesin sence?
H.G. : Özel hayat mı dedin 🙂 Maalesef gerçekten böyle bir zamanımın olmadığını sen de çok iyi biliyorsun. Tam zamanlı olarak özel bir okulda drama öğretmeni olarak çalışıyorum. Günde ortalama 125 ilkokul çocuğu görüyorum. Her birini duymak, anlamak, dokunmak ve çoğaltmak zorundayım. Okulda projeler, performanslar düzenliyorum. Okulun rutin işleri de cabası. Okul dışında kitap dosyalarım, kitap etkinliklerim, atölyelerim, performanslarım oluyor ve en önemlisi 3,5 yıldır oğluma eşimle birlikte hiç desteksiz bakıyoruz. Yani anneannesiz, babannesiz… Bugüne kadar oğlumu bir kez evde bırakıp arkadaşlarımla dışarı çıkmadım. Neler yapmaktan hoşlanırsın sorusuna ilk yanıtım deliksiz uyumak, sıcak bir kahve içmek, uzun uzun banyo yapmak ve sessiz sakin bir yürüyüş yanıtı verebilirim. Nasıl bir anne sorusuna ise yanıtını oğlum verecektir ama bana göre biraz sabırsız bir anneyim. Daha dingin, olabilmeyi dilerdim.
K.A. : Gelecekle ilgili plan yapıyor musun? İkinci bir çocuk mesela 🙂
H.G. : Çocuk kişisel hayat planlamasının içine asla giremez! Bir planlama veya proje olmaz. Hiçbir zaman geleceği planlamadım sadece doğru bildiğimin, inandığımın peşinden gittim. Samimi ve açık olmaya, dik durmaya çalıştım. Ve çok çalıştım. Hayatta da bana güldü. Eşim, özgür saçlı, özgür ruhlu bir oğlum, kedilerim, evim, işim ve kitaplarım var. Mutluluk planlanmaz andadır ve yaşanır. Ama biraz seyahat edebilsem hiç de fena olmaz 🙂
K.A. : Sosyal medyayla aran nasıl? Hangi mecraları kullanıyorsun? Hangilerini kullanmıyorsun ve neden?
H. G. : Sosyal medya olarak sadece Facebook hesabım var. Eskiden kişisel olarak daha aktif kullanıyor, toplumsal meseleler için görüşlerimi ifade ediyordum ancak son zamanlarda oradan daha çok kitap etkinliklerimi, yazılarımı, duyurularımı paylaşır oldum. Facebook da yönettiğim “Çocuk Edebiyatı” ve “Creative Drama” gruplarım var. Tüm ısrarlara rağmen instagram hesabım yok. Twitter’da ise yasaklandığında tepki olarak hesap açmıştım sonra kullanmayıp kapattım. Sanıldığı gibi kişisel bir web sayfam ve bloğum da yok. Sosyal medya önemli ama aynı zamanda çok vakit alan yorucu bir mecra. Kirliliğin de olduğu, sapla samanın çok çabuk karıştığı bir alan. Bu nedenle okumadan, sorgulamadan bir şeyler paylaşmamaya gayret ederim. Atölyelerimde çekilen fotoğrafları aile izni olmadan yayınlamamaya özen gösteririm.
K.A. : Son olarak Kadıköy Anneleri’ne hediyelerin varmış sanırım 🙂 Onlardan da bahseder misin lütfen.
H.G. : Ahh evet var 🙂 “İda Ve Mila” adlı serim Müjde Başkale’nin resimleri ve Nihal Ünver editörlüğünde Ayrıntı Dinozor Çocuk tarafından yayına hazırlanıyor. Serimizin ilk kitabı “Kuş Gibi” ise raflarda yerini aldı bile. Beş adet kitabımı imzalı olarak Kadıköy Anneleri’ne hediye etmek istedim. Çünkü Kadıköy Anneleri benim için çok özel! Kadıköy Anneleri sayesinde sayısız harika insanla tanıştım. İlk Kitaplığım köşeme başlamadan yani köşeyi adıyla sana önermeden önce daha başka web sitelerinden teklif gelmiş ama ben devamlılık sağlayamam düşüncesiyle kabul etmemiştim. Teklifimi değerlendirdiğin için sana teşekkür ederim. Üç yılın ardından arkama dönüp baktığımda pek çok kitap, röportaj, buluşma, sayısız hediye kitap görüyorum. Ama en önemlisi de pek çok arkadaş. Bana tüm bu yazma gücünü veren oğlum İda oldu. Onu kitaplarla buluşturunca o hep daha fazlasını istedi. Kitap zamanımız bizim için özel anlarımız oldu. Öyle ki emzirmenin yerini aldı. Herkesin sandığı gibi İda kitap severek doğmadı. Başta da belirtiğim gibi bu emek gerektirdi. Ve bu süreç sonunda ben de bir sloganla ortaya çıktım; ”BEBELER DE KİTAP SEVER!” Bahsettiğim kumaş, muşamba, kalın karton gibi malzemelerden yapılmış kavram kitapları değil, çocuk edebiyatı yapıtları. Bunun çabasını veriyorum şimdilerde. Ancak görüyorum ki bu yaş grubu için yerli kitaplarımız çok az. Oysaki bebeklerin entelektüel gelişimi için bu dönemde sanatla buluşması çok önemli. Görsel algısı, dil gelişimi için çok değerli. Aslında bu durumun bu şeklide tespitini yapmış hatta bu konuda anne- baba söyleşileri düzenlemiştim ama doğrusu aklımda küçük yaş grubu için kitap yazmak yoktu. Ama oldu işte 🙂 Serinin diğer kitapları ağaçlar, mevsimler, meslekler, taşıtlar, duygular ile ilgili. “Zürafan Ne Sever?” adlı ikinci kitap ise yolda. Şimdiden herkesi 13 Ocak 2017 Cumartesi günü, Tırtıl Kids Kitabevi’nin Ataşehir Watergarden şubesindeki lansmanımıza bekliyoruz. Bu arada Mila’yı soranlar için söyleyeyim kendisi oğlumun evdeki hayali arkadaşı olur.
K.A. : Çok teşekkürler Hafizecim, hayatımda senin gibi birini tanıdığım için çok şanslıyım, çok disiplinli, yapıcı ve çalışkan bir iş arkadaşısın öncelikle 🙂 Yaratıcılığının daim olmasını dilerim…
H.G. : Sevgili Aslı, hem güzel sözlerin hem de bizleri bir araya getirdiğin için ben teşekkür ederim. 🙂
Not1: 19 Ocak 2018 tarihine kadar site üzerinden bu yazının altına yorum bırakacak 5 kişiye Hafize’nin son kitabı imzalı olarak hediye edilecektir.
Not2: Kapak fotoğrafıve fotoğrafların bir kısmı Esra Bıçakçı Photography tarafından çekilmiştir.
[author title=”Aslı Altınok Erdal” image=”https://kadikoyanneleri.com/wp-content/uploads/2016/05/ka_asli_foto.jpg”]1982 Çan/Çanakkale doğumlu Aslı(Nam-ı diğer “Muhtar Anne”), 2004 yılında Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. 2004-2006 yılları arasında Chicago, ABD’da Au Pair olarak çalışırken College of Dupage’te İşletme ve Uluslararası İlişkiler dersleri aldı. 2007 yılından bu yana çalıştığı Uluslararası Fuarcılık sektöründe 20’den fazla ülke, 40’tan fazla dünya şehrine seyahat etti. Temmuz 2012’de 3 yıllık hayat arkadaşı Koray’la evlendi. 13 Ocak 2014’te oğlu Rüzgar’ın hayatına girmesiyle birlikte ikamet ettiği Kadıköy’de, kendisi gibi hayattan zevk almayı bilen annelerin bir araya gelip deneyimlerini paylaştığı Kadıköy Anneleri’ni kurdu. Oğlu 7 aylık olduğunda tam zamanlı çalışma hayatına geri döndü. Halen fuarcılık sektöründe pazarlama işi, Kadıköy Anneleri, İFSAK bünyesindeki 4 Mevsim Büyükada, Şiirden Fotoğrafa İstanbul, Yansıyan Kadınlar belgesel fotoğrafçılık projeleri ve aile hayatı dörtgeninde hayatta kalma mücadelesi veriyor.[/author]