Sevgili Kadıköy Anneleri merhaba,
Bu sıralar farklı bir heyecan yaşıyorum. Nisan’ın ilk haftası Sevgili Burcu Yılmaz ile birlikte Uluslararası Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’nda olacağım. Çok uzun zamandır bu fuara gitmenin hayalini kuruyordum. Burcu; “Ben gidiyorum, sen de gelir misin?” deyince bir günde harekete geçtim. Hemen harekete geçtiğime bakmayın gidişime karar verebilmem aslında çok zor oldu. Malum ülke krizde, Euro almış başını gidiyor, tam zamanlı çalıştığım bir iş yani bağlı olduğum bir kurum ve sorumluluklarım var. Ama en önemlisi de beş yaşındaki oğlum İda var. Oğlum doğduğundan beri onu bir gece olsun bırakmadım. Geceyi bırakın, beni yakından tanıyanlarınız iyi bilir iş dışında (kitap etkinlikleri, imza günü, edebiyat buluşmaları, yazar – çizer toplantıları, atölyeler) gündüz bile bırakmadım. Bu yüzden anne oğul olarak bu ilk ayrılığımız olacak. Üç gün onu göremeyecek olmanın düşüncesi bile içimi sıkıyor.
[divider]
[foogallery id=”8111″]
[divider]
Yıllarca çocuğum olursa ona ilk üç sene ben bakacağım dedim durdum. Çocuk gelişimi eğitimi almış biri olarak ilk üç yılın önemini bilerek söylediğim bu sözü ne yazık ki tutamadım. Sanırım hayatımın en büyük pişmanlığı da budur! Pişmanlık diyorum ama aslında başka bir seçeneğim de yoktu. Çalışmak zorundaydım, hayat önüme ikinci bir seçenek sunmamıştı. İda dört aylıkken onu evde bırakıp çalıştığım okuldaki işime geri döndüm. İlk bakıcımızı komşular aracılığıyla bulmuştuk. Orta yaşlı bir hanımdı. Daha önce bizim sokakta bir çocuğa bakmış, çocuk anaokuluna başlayınca da yeni bir iş arayışına girmişti. Daha ilk görüşmeden onu beğenmesem de tecrübeli biri, bana da yol gösterir diyerek yine de onunla çalışmayı kabul etmiştim. Ancak işe başlayalı daha bir hafta olmadan “torunuma bakmam gerekiyor, torunuma bakan anneannesi ameliyat olacak,” diyerek gitmek istedi. Bunu duyunca çok sevindik. Çünkü onu da eski usul bebek bakma yönetmelerini de hiç sevmemiştik. (Eşimle horozumu kaçırdılar, damdan dama uçurdular şarkısını hatırlar güleriz hâlâ.) Ancak o gittikten sonra yeni birini bulmak hiç kolay olmadı. Günlerce süren arayışımız sonunda bir şirket aracılığıyla otuzlu yaşlarının başında, oturmasını kalkmasını bilen, tango yapan, açık lisede çocuk gelişimi eğitimi alan, bisikletle işe gidip gelen, küçük yaşta annesiz babasız kalmış kendi ayaklarının üstünde duran, eli ayağı düzgün genç bir kadınla anlaştık. Tam bir nefes almıştık ki genç kadın işe başladığı ilk haftadan hastanelik oldu, böbrek sorunu yüzünden uzun bir süre onu bekledik. Bu genç kadın iyi biriydi, bizi de sevdi ve sahiplendi. Ama çok savruk ve telaşlı biriydi. Sorunları bitmek bilmiyordu. Eşim ev arkadaşı ya da eski sevgiliyle ilgili sorunlularıyla ilgileniyordu, ben de akşamları açık lise ödevlerini yapıyordum. Oğlum doğduğundan itibaren bizimle yaşayan bakıma muhtaç yaşlı kayınvalidemi de düşündüğünüzde evde bir yaşlı, bir bebek, dört kedi ve bir ergen vardı. Evdeki işleri, dışlardaki güçleri sayarsak eşimle kaça bölündüğümüzü siz hesap edin! Yaz tatili gelince emekleri için teşekkür ederek bu genç hanıma kibarca yol verdik. Sonbahar başladığında bu kez Moda’daki bir esnafın yardımıyla bir kadınla anlaştık. Kadın zor durumdaydı. Ankara’da boşanmak üzere olduğu alkolik kocasının şiddetinden kendini ve çocuklarını kaçırıp İstanbul’a gelmiş bir hayat kuramaya çalışıyordu. Dolayısıyla aklı da, ruhun da çok karışıktı. Kadın dayanışması deyip evimize buyur ettik. O da sağ olsun oğluma gereken ilgiyi ve kayınvalideme gereken özeni gösterdi. Ama onun da sorunları bitmiyordu. Boşanmak üzere olan kocasının mahkeme kararıyla evden uzaklaştırma aldığını ve kadının peşinde olduğunu öğrenince biraz endişelendim. Ben hep işteydim, eşim bazen evdeydi ya adam evi basar, karısının yanında kocamı görürse diye düşünmen edemedim. Bahar geldiğinde kadıncağızın kendisi yol istedi. İstanbul hayalleri suya düşmüş, kiraladığı evi kapatıp bir akrabasına sığınıştı. Kişisel temizliğini dahi yapamıyor, biz de yıkan istersen deyince de bozuluyordu. Sadece günde bir kez bahçede içtiği sigaraların sayısı artmış ve yüzü hiç gülmez olmuştu. O ayrılınca yine önce bir ohh çektik ve yine arkasından bir off dedik. Eşimle dişimizi sıkıp yarı zamanlı bir bakıcıyla yaza kadar idare edelim kararını aldık ve yine bir hanımla anlaştık. Hanımın uyku problemi vardı. Geceleri uyuyamadığı için oğlum öğle uykusuna yatar yatmaz o da uyuyordu. Yani kimi bahçede hayallere dalıyor, kimi sosyal medyanın dibine vuruyor kimi de uyuyordu. Etrafımdan duyduğum gibi evi toplayan, yemek yapan, söylemeden ütü yapan bir yardımcıya hiç rastlamadım. Yaza doğru hanımın babası düşüp kalça kemiğini kırdı o da babasına bakmak için işten ayrıldı. Yaz geldiğinde kayınvalidem daha da ağırlaşmış, yatalak olmuştu. Bu kez bu işi bir daha sonbahara bırakmamak adına hemen harekete geçip Türkmen bir hanımla anlaştık. Hanımı hiç gözüm tutmamıştı, çok kötü bir Türkçesi vardı, samimi değildi ama elimde fazla seçenekte yoktu. Yatalak kayınvalideme bakacak birini bulamak kolay değildi. Oğlum zaten yarım gün oyun grubuna okula gidecekti. Derken o yaz sonu eşimin annesini uğurladık. Bütün yazı İstanbul’da geçirdiğimiz için okulların açılacağı hafta sonu kısa bir tatil için şehir dışına çıktık. Biz tatildeyken telefonla artık gelmeyeceğini bildiren Türkmen Hanımla yollarımızı ayırdık. O yılı da yarı zamanlı yardımcılarla geçirdik. Ancak kiminin kedi alerjisi çıktı, kimi yarım günlük ücreti az buldu, kimin yeri dardı, kimin beli ağrıdı… Tam gönlümüze göre birini bulmuştuk ki o da kansere yakalandı… Sizin anlayacağınız “Tuhaf Bir Gün” kitabındaki gibi bir geceliğine olsun çocuğumuzu bir teyzeye bırakıp dışarı çıkmadık. Zarafet Teyze gibi bir hanım bize hiç denk gelmedi. Sizin resmini yapıp odanızın duvarına asacağınız bir Zarafet Teyze’niz oldu mu?
[divider]
[clickToTweet tweet=”İlk Kitaplığım’da bu ay Rebecca Coss imzalı “Tuhaf Bir Gün” var. ” quote=”Bu yazıyı çocuk kitabı sever arkadaşlarınızla da paylaşın!” themie=”style3″]
[divider]
İki kardeşin o sabah morali biraz bozuktur. Çünkü anne ve babaları dışarı çıkacak ve onlara Zarafet Teyze bakacaktır. Zarafet Teyze, aslında daha önce de çocuklara bakmaya gelmiştir ama bu uzun zaman önce olduğundan kardeşler bunu hatırlamaz. Kocaman baston şemsiyesi, iple bağlı kırmızı valizi, üstünde bir kuş yuvası olan devasa pembe şapkası, yerlere kadar uzanan elbisesi ve upuzun yeşil kuyruğuyla Zarafet Teyze kapıya geldiğinde çocukların endişesinin yerini bu kez de şaşkınlık ve merak alır. (Burada bakıcı teyzenin adını da çok sevdiğimi söylemeliyim.) Zarafet Teyze her ne kadar daha önce çocuklara bakmış olsa da anneleri tedbiri elden bırakmaz ve Zarafet Teyze’ye yapılacak şeylerin uzun bir listesini verir. Bu listede çocukların parkta nasıl oynayacaklarından, ne kadar dondurma yiyeceklerine, öğle uykusunu ne zaman uyuyacaklarından, akşam yatmadan önce kaç kitap dinleyeceklerine kadar her şey yazılıdır. Anne listeyi okurken biz de görsel metinle Zarafet Teyze ve çocukların bir gün içinde yaptıklarına tanık oluruz ve tabii çok eğleniriz. Burada kitabı okuyan bir ebeveyn olarak çocukları için rutinin önemi kadar bazen de sınırları aşmanın önemini duyumsadım. Ertesi gün anne ve babaları gelince çocuklar Zarafet Teyze’ye sıkı sıkı sarılarak veda ederler. Zarafet Teyze şapkası sallayarak gider. Tüm aile arkasından el sallayıp sevgiyle onu yolcu eder. Artık evin duvarında çocuklar tarafından yapılmış Zarafet Teyze’nin resmi asılıdır. Çocuklar Zarafet Teyze’nin tekrar gelmesini ve tabii annelerinin yeni bir liste yapmasını çok isterler. Neden mi? İşte o detaylarda kitapta saklı. Kadıköy Çarşı’daki İş Bankası Kültür Yayınları’ndan Rebecca Cobb’a ait bu kitabı alabilirsiniz. Hazır oraya gitmişken sanatçının “Acıkmadım ki!”, “Kâğıt Bebekler”(Yazan: Julia Donaldson) ve “Kimin Yuvası?” adlı kitaplarına da bir göz atmayı unutmayın. “Acıkmadım ki!” adlı kitaba daha önce bu köşede yer vermiştim. O yazımı buradan okuyabilirsiniz. Waterstones Resimli Kitap Ödüllü bu kitapların resimleri de konuları kadar özgün, basit (burada asla bir küçümseme değil aksine bir övgü söz konusudur) ve eğlenceli. Bazı ödüller oluşturulan jüriler tarafından değil de okurun oylarıyla belirleniyor. Waterstones Ödülü de böylesi ödüllerden biri. Kitabevinin tüm okurları arasında yaptığı oylamalar sonucunda her yıl bir kitaba veriliyor. Kısacası okurun beğenisini kazanan, ödülle de taçlandırılan bu kitaplar sizleri bekliyor. Küçük, büyük tüm kitap kurtlarına keyifli okumalar dilerim.
Sevgilerimle,
[author title=”Hafize Güner” image=”https://kadikoyanneleri.com/wp-content/uploads/2015/01/ka_ozum_foto.jpg”]1976 yılında İstanbul’da doğdu. Lisans eğitimini Çocuk Gelişimi ve Eğitimi üzerine, yüksek lisansını ise Yaratıcı Drama üzerine yaptı. Doktora düzeyinde Çocuk Edebiyatı dersleri aldı. 2005 yılından beri Terakki Vakfı Okulları’nda Yaratıcı Drama Uzmanlığı/Öğretmenliği yapıyor. Sanat yoluyla öğrenme, eğitim için tiyatro konusunda projeler yürüttü ve bu konularda bildiriler yayınladı. “Yaratıcı Drama Köprüsü” adlı sempozyumun öncülüğünü ve koordinatörlüğünü yaptı. “İlköğretimde Yaratıcı Drama” ve “Eğitim İçin Tiyatro Uygulamaları” adlı iki kitap yazdı. Tilki Toni’nin yaratıcısı, “İyi Ki Varsın Tilki Toni” serisinin yazarı. “Aslan’ın Doğum Günü” ve “Park Canavarı” adlı resimli çocuk kitapları da bulunan Güner, kitapların çocuk okurla buluşması için sanatsal çalışmalar yürütüyor ve performanslar yapıyor. Çocuk yogası eğitmeni ve aynı zamanda hikaye anlatıcısı olarak “Masal Yoga” kavramının öncüsü ve yürütücüsü. Şimdilerde “İda ve Mila” adlı yeni serisinin yayına hazırlanmasını heyecanla takip ediyor. Serinin ilk kitabı olan Kuş Gibi’nin raflarda yerini almasının sevincini yaşıyor. Kadıköy Anneleri web sitesindeki “İlk Kitaplığım” adlı bu köşede üç yıldır düzenli olarak çocuk edebiyatı yapıtlarını tanıtıyor ve yılda dört kez olmak üzere Küçük Kitap Kurtları Buluşmaları düzenliyor. 3.5 yaşındaki oğlu İda, eşi Hasan Nami ve kedileriyle birlikte Moda’da yaşıyor.[/author]