Sevgili Kadıköy Anneleri merhaba, beni İlk Kitaplığım köşemden her çarşamba günü küçük kitap kurtları için yazdığım çocuk kitapları yazılarımdan tanıdığınızı umuyorum. Dileyen anneler yazılarımı buradan okuyabilirler. Bizleri buluşturduğu ve yaptıklarımızı paylaşmamıza imkân sağladığı için buradan bir kez daha Sevgili Aslı’ya çok teşekkür ederim. Sadece uzmanlık alanlarımıza göre birbirimizi besleme ya da deneyimlerimizi aktarmak için değil kimi zaman kendimizi ifade etme ve derdimizi paylaşmak için de birilerine ihtiyaç duyuyoruz. Annelik kategorisindeki emzirme ile ilgili çok güzel aktarımları görünce ben de yazayım dedim. İşte bu da benim hikâyem…
18 Haziran 2015 benim için çok zor bir gündü. Kendim, 14 aylık oğlum ve hatta eşim için bir karar aldım; Artık emzirmeyecektim. Bu kararı vermek benim için o kadar zordu ki çünkü emzirmeyi çok seviyordum. Her şeye rağmen emzirmek istiyordum. Ama bunun bana, oğluma hatta eşime zarar verebileceğini göremiyordum. Dilerseniz en baştan başlayayım. Hamile olduğumu öğrenmek daha önceki bir yazımda da ifade ettiğim gibi benim için sürpriz oldu. Şaşkınlığım daha sonra öyle bir heyecan ve sevince dönüştü ki bu sürprizin bozulmasından korkarak eşimle birlikte annem dahil birkaç ay kimselere bir şey söylemedik. Sanırım anne olmaya hazırdım. Çok rahat, mutlu bir hamilelik geçirdim. Ancak çok istediğim normal doğumu plasenta previa nedeniyle gerçekleştirmeyecek, %100 sezaryen olmak zorunda kalacaktım. Daha ilk ultrason muayenesinde öğrendiğim bu gerçeğe alışmam zaman aldı. Doktorumu nasıl bu konuda yorduysam sezaryen sonrası gözümü açar açmaz bana ilk söylediği şey; “Her şey yolunda merak etme. Haa bu arada öyle bir diktim ki. İstersen ikinciyi normal doğurabileceksin.” Oldu. (Fahri Akbaş sanırım sen en harika doktorlardan birisin. Adın geçmişken bir kez daha sonsuz teşekkürler sana.). Evet normal doğum yapamamıştım bari bebeğimi emzirebilsem, sütüm hemen gelse, sütüm yetse deyip deyip duruyordum. Çevremdekiler ise “bu kadar isteme. Bak olamayınca çok üzülüyorsun” deyip duruyorlardı. Neyse ki doğumdan (maalesef operasyondan) dakikalar sonra hemen oğlumu emzirebildim. Oğlum küçük olmasına rağmen (2300 gr. doğmuştu) emme konusunda çok tutkuluydu, benim de sütüm neredeyse fışkırıyordu. (Bir teşekkür de anne sütü politikasıyla Şifa Hastanesi’ne gelsin.) İlk gün ve gece her şey yolundaydı. Bebek hemşireleri sürekli olarak geliyor ve emzirmeme yardım ediyorlardı. Ancak ikinci gün işler biraz değişti; herkesin başına gelen meme başı yaraları bende de oldu. İkinci gece nasıl ağlayarak emzirdiğimi ve kendimi nasıl çaresiz hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Bebek hemşireleri, artık benim memeyi bebeğimin ağzına vermem gerektiğini söylüyorlardı ama ben hem teknik olarak bunu başaramıyor hem de yaranın acısına dayanamıyordum. Üçüncü gün sabah eve geldiğimizde oğlumu emziremedim. O ağlıyor, ben ağlıyordum. Neyse ki tam o sırada kapı çalındı ve annem geldi. Mucizevi bir şekilde bana nasıl emzireceğimi anlattı ve gösterdi. İşte o anda bir sihir olmuştu. Artık emzirebiliyordum. Yaralarım da birkaç gün sonra geçti. Artık oğlum da ben de çok mutluyduk. Emzirmeyi çok sevmiştim. Aylık doktor kontrolümüzde doktorumuz kilo alımına şaşırıyor, “sadece anne sütü veriyorsunuz değil mi?” diye soruyordu. Çünkü oğlum alması gereken kilonun çok üstünde kilo alıyordu. Bun mutluluk ben işe başlayana kadar sürdü. Oğlum tam dört aylık olduğunda işe dönmek zorunda kaldım. Tüm arkadaşlarım, “sen iş koliğin tekisin bunu kolay atlatırsın” dese de ben ağlaya ağlaya işe gidiyordum. (Artık ağlamasam da bu durumun tam olarak değişmediğini söyleyebilirim) Oğlum ise babasıyla birlikte anne göğsüne uyumlu bir biberonla cebelleşiyordu. Onun için böyle özel bir biberon seçmiştim çünkü beni emmekten vazgeçmesini istemiyordum. Fakat oğlum biberondan hiç hoşlanmamıştı. Bir de üstüne diş çıkarma faslı eklenince günde neredeyse 20cc süt içer hale geldi.. Ben her seferinde koşa koşa tabiri caizse uça uça eve gidiyor. Günü telafi etmeye çalışıyordum. Derken altı aylık oldu. Ek gıdalara geçiş de sancılıydı. Artık sınırın altında kilo alıyordu. Bendeki üzüntüyü tahmin edersiniz. Eşimle tartışmalarımız hep bu konu üzerineydi. Bana sürekli bu konudan konuşmamdan yorulduğunu ifade ediyordu. Ne zaman bu konudan bahsetsem, “Aynaya bak, sen kaç kilosun?” diyordu. (Bu arada 48 kilo ile girdiğim hamileliği 59 kilo ile bitirdim. Sadece karnım vardı. Doğumdan iki ay sonra eski halime döndüm ve şu an ise eski halimden 3-5 kilo eksiğim.) Neyse ki tüm bu olaylar yaşanırken kış tatili yaklaşıyordu. Oğlumu doya doya iki hafta emzirebilecektim. Yani ben öyle düşünüyordum. Tatilin ilk hafta sonu soluğu hastanede aldım sağ meme başım çok acıyordu. Sebebi malum, oğlum tarafından ısırılmıştı. Doktor meme başımın tehlikede olduğunu ve emzirmememi istedi ya da silikon başlık kullan dedi. Tabii ki de dokuz aylık oğlum yapay bu başlığı ret etti. Ben de emzirmeme kararını. Oğlum İda, sürekli her iki meme başımı da ısırıyor, emzirme saatleri artık işkence dönüşüyordu. Kullanmadığım pomat, merhem kalmadı. Önce bildik meme başı kremleri, sonra eş dost tavsiyeleri, tam üç farklı doktorun verdikleri hatta aromaterapiden doğal krem siparişleri ve en sonunda kendi doktorumdan iki farklı merhem ile sargı bezli, yara bantlı ve bol gözyaşlı aylar geçirdim. İşin kötüsü oğlum, süt memeden çıktıktan sonra hiçbir şekilde içmiyor ve anne sütünden yapılan şeyleri tüketmiyordu. Sadece memeden emmek istiyordu. Ama ben yine de gündüzleri sağıyordum kendimi. Sütümün kesilmesini istemiyordum. Derken bir yaşına bastı oğlum. İlk altı ay sadece anne sütü almış ve bir yaşına kadar da emmişti. Doktorum, “artık emzirme kararınızı size bırakıyorum” dedi. O an acaba sadece geceleri mi emzirsem diye düşündüm. Çok garip bir şey oldu sanki oğlum beni duydu. Artık işten eve gelince meme istememeye başladı. Ben duş alana kadar yeri göğü inleten bebek gitmiş sanki yerine başkası gelmişti. Ben gelmeden yoğurt yiyor ben gelince de hemen dışarı çıkıyorduk. Artık sadece geceleri emziriyordum. Sütün azalmıştı ama yine de sağıyordum. Ancak acı ve ısırma devam ediyordu. Doktorumun verdiği iki merhemle idare ediyordum. Ama son bir haftadır ısırma, farklı bir boyut almaya başladı. Tüm alt ve üst dişleriyle ısırarak emiyordu. Bu tarifsiz bir acıydı. Artık dayanamıyordum. O ağlıyor, ben ağlıyor, eşim ise “artık bırak” diye isyan ediyordu. Akşamları tam olarak evde bir mutsuzluk yaşanıyordu. En sonunda tüm bunları hepimize yaşatmaya hakkım yok diye düşündüm. Artık bir karar vermeliydim. Dün süt sağarken bir aparatımı unutmuşum. Çok kızdım kendime zaten bir önceki akşam doğru dürüst emzirememiştim. Revirin önünde dolaşırken kendimi psikolojik danışman arkadaşım Revan’ın odasında buldum. “Revan” dedim “Benim yardıma ihtiyacım var.” Başladım anlatmaya. Artık dramacılığımdan mı 🙂 bilmem Revam konuşmamı kesmemi istedi. Yaşadığım o acıyı o kadar çok hissetmiş içinde, daha fazla dinleyemem dedi. Revan’ın bana anlattığı, aslında benim de bal gibi bildiğim gerçek şu ki aslında oğlum buna hazır ama ben hazır değilim. Normal diye bir şey yok, kişiye özgü bir şey var. İki yaşına kadar emzirmek özellikle erkek çocuklar için anne bağımlılığı yaratabiliyor ve doktorlar iki yaş dese de psikologlar bunun tartışmalı olduğunu bir yaştan sonra yavaş yavaş kesilmesini söylüyorlar. Yani kısaca sevgili anneler haydi gelin hep birlikte bir silkelenelim. Bize dayatılan/söylenen şeylere, bu böylelere bir sırt dönelim kendi bebeğimize ve gerçeklerimize odaklanalım. Bu ne kadar zor olsa da 🙂 Dün akşam çok keyifli vakit geçirdik. Önce her zamanki gibi park, sonra akşam yemeği, saklambaç oyunu sonrası banyo ve hamak… Hamakta bebeğime İş Bankası Kültür Yayınlarından yeni aldığım “Kuğu Gölü” adlı kitabı müzikli kitabı okudum ve birlikte Çaykovski dinledik. Hiç meme istemedi bile. Hemen yumuk yumuk ellerini gere gere gizli gizli esnedi ve uyudu. Ve bizim için de yeni bir dönem başladı. İtiraf edeyim ki bu rutin öncesi banyoda bir daha hiç emziremeyeceğim düşüncesiyle ağladım. Ama bugün kendimi çok iyi hissediyorum. Kendi üzerimde yarattığım baskıyı yine kendim kaldırmıştım. Bu arada çaktırmadan yine kitap önerisi yapmışım 🙂
Keyifli okumalar dilerim.