Sevgili Kadıköy Anneleri merhaba,
Bazen hayat sizi öyle insanlarla karşılaştırır ki bu insanlar sizi çoğaltır, hem arkadaşınız hem de hocanız olur. İşte Nazlı da benim için öyle oldu, masal anlatıcılığı ile tanıştırdı beni. Edebiyata yüzümü döndüğüm bir zamanda çok iyi geldi bana. Atölyelerine katılıp öğrencisi oldum. Bilgisini saklamadan, kimseye tepeden bakmadan sunan, kalbini gerçekten öğrenmeye açmış, masalların gizemli dünyasına yürekten inanmış cesur bir kadın o. Cesur olmasını sadece yüreğinin sesini dinleyip aldığı veterinerlik eğitimi bir kenara bırakıp neredeyse hiç Almanca bilmezken kendini Berlin Güzel Sanatlar Akademisine kabul ettirmiş olmasına bağlamıyorum. Cesur, çünkü o hayatı değiştirmek için üretiyor ve doğru inandığını yapmaya çalışıyor. Cumartesi günü anlatacağım “Tilki Pinki” masalını da masal anlatıcılığında kendime dair keşif yolunu da ondan öğrendim. Daha yolun başındayım. Kendimden, İda’dan, başka bebekler/çocuklardan, ondan ve diğer başka anlatıcılardan öğreneceğim çok şey var. Bu anlamda yolumu açtığı için ona buradan bir kez daha teşekkür ederim. Kendisi bugün İlk Kitaplığımızın konuğu. Onunla masal anlatıcılığı üzerine nefis bir söyleşi yaptım ve bu hafta çocuk kitapları önerilerini ona bıraktım. Söz Hikâye Anlatıcısı, Tiyatro ve Dans Pedagogu Nazlı Çevik Azazi’de. Keyifli okumalar dilerim.
H.G: Sevgili Nazlı merhaba, onca performans ve eğitimlerinin arasında Kadıköy Annelerine vakit ayırdığın için çok teşekkür ederiz. Öncelikle “Masal Anlatıcılığı” ne demek? Bize kısaca anlatabilir misin?
N.A: En güzel hayal okuludur bence. Anlatıcı,anlatacağı masalın dünyasını kendi hayal aleminde yeniden yaratır. Daha sonra bir ressam gibi masalın renkli dünyasını, dinleyicinin zihnine /ruhuna çizer. Anlatıcı ve dinleyicinin iç dünyasında bir sinema perdesi aralanmıştır artık. Dinleyen ve anlatanın “gerçek” dünyayı unutup masalın dünyasında yaşaması demektir bu. Bir olmak, muhabbet etmek demektir.
H.G: Peki neden bebeklere/çocuklara masal anlatmalıyız? Masal dinlemek bebeklere/çocuklara ne katar?
N.A: Her şeyden önce masallar, çocukların en iyi arkadaşları bence. Çünkü masallar çocuklarla aynı dili konuşuyorlar. Özellikle 2-7yaş arası çocuklar, animistik düşünce dönemindedirler. Bu dönemde çocuklar için cansız varlıklarında canı vardır. Çocukların bebekleriyle konuşması, bacağını çarptığı sehpanın canını yakması sonucu ona kızması, ağaçlarla konuşması bu düşünme biçimine örnektir. Bana kalırsa insanlığın tarihsel süreçteki evrimi ile küçük bir bebeğin anne karnına düştüğü ilk andan itibaren geçirdiği fiziksel ve zihinsel değişim evreleri birbiriyle çok paralel. Bir zamanlar atalarımız da küçük çocukların çevreleriyle kurduğu tarzda ilişkiler kuruyorlardı. İşte bu etkileşimden doğan masallarda da taşlar konuşur, rüzgarın dili vardır, yüksek kule prensesle konuşup tavsiyelerde bulunur, güneşin duyguları vardır. Yani nesnelerin de canlılar gibi onları hareket ettiren “ruhları” vardır. Bu çocuklar için böyleyken masallarda da aynı şekildedir. Bu yüzden çocuklar masalları çok severler ve kalplerini, ruhlarını onlara sonuna kadar, tereddüt etmeden açarlar. Bu masal ve çocuk buluşmasında da birçok ebeveynin hoşuna gidebilecek şeyler olur 🙂 Örneğin çocuğun hayal kurma becerileri, dinleme ve anlatma yetileri gelişir. Dil gelişmine de çok büyük katkıları vardır masalların. Ve çocuklar “gerçeğin” saf bilgisini masallar aracılığı ile öğrenirler. Masallar çocuklara hayat yolunda rehberlik edebilirler. Ayrıca yapılan nörobiyolojik araştırmalara göre masal anlatan ile dinleyen kişinin beyninde aynı bölge aktif olur. Aynı anda aynı dalga boyunda buluşursunuz. Yani bir olursunuz. Bu çok özel bir paylaşım bence. Çünkü birlikte korkar, birlikte heyecanlanır, birlikte maceralara atılırsınız. Bu sayede ebeveyn ve çocuk arasında çok özel bir paylaşım ve etkileşim gerçekleşir. Yeri başka hiçbirşeyle doldurulamayack bir deneyim. Çocukların ömür boyu unutamayacakları güzel anlar. Sadece bu anları yaşamak için dahi olsa anlatmaya değmez mi?
H.G: Ne güzel anlattın Nazlı. Şimdi röportajı kesip hemen bir masal anlatmanı istedim. Çünkü biz yetişkinlerin de masallara ihtiyacı var. Onların terapötik etkisine. Masallar sadece bebekler/çocuklar için değildir diye düşünüyorum. Ne dersin?
N.A. Evet, masallar sadece çocuklar için değildir, çocuklarımız içindir. Bu dünyaya gelmelerine vesile olduğumuz çocuklarımız ve ruhumuzun en güzel köşesine taht kurmuş, hiç büyümeyen iç çocuğumuz için. Çocuklardan öğreneceklerimiz var, tıpkı masallardan da öğrenecek çok şeyimiz olduğu gibi.
Rasyonel aklın egemen olduğu toplumlar rüyalarını, hayallerini ve masallarını kaybediyorlar. Dünyayı sadece aklın sınırları ile bilmeye çalışınca bütünlüğümüzü yitiriyoruz. Jungcu Psikiyatris Nancy Qualls-Corbet “Kültürümüzün LOGOS yanı bizleri, olmaktan çok yapmaya, deneyimlemekten çok başarmaya, hissetmekten çok düşünmeye değer vermeye yöneltiyor.” derken kaybettiğimiz MİTOS yanımıza vurgu yapıyor aslında. Ruhumuzun mitos tarafı; rüyaların, sezgilerin, duyguların, duyumsamanın ve masalların sesinin en çok duyulduğu kısım. Postmodern insanın mutsuzluğunun en temel nedeni bu bütünselliği yitirmesi bence. Tam da bu noktada kadim bilgelik geleneklerinden ve bu felsefenin en temel taşıyıcılarından biri olan masallar ve mitlerden öğrenecek ne çok şeyimiz var. Bu yüzden masallar kendi yolunu arayan herkes içindir bence.
Çocukluğumuzu ne kadar çok özlüyorsak, masallara da o kadar sıkı sarılıyoruz sanki. Son yıllarda Türkiye’de masal anlatıcılığı alanının gelişmesi ve yetişkinler için yapılan masal gecelerinin dolup taşmasının sebebi bu olsa gerek.
H.G: Bebeğine/çocuğuna masal anlatmak isteyen Kadıköy’ün güzel annelerine ve duyarlı babalarına ne önerirsin?
N.A. Her şeyden önce anlatmak ve kitap okumak arasındaki en temel farkın farkına varmak gerekiyor diye düşünüyorum. Kitap okuduğunuz zaman çocuk ile aranıza kitap giriyor. Gözleriniz, çocuğun gözlerinde gezinmek yerine kitabın sayfalarında dolanıyor. Bu da direk iletişimin önünde bir “engel” aslında. Masal anlatmaya başladığınızda kafanızı kaldırıp, çocuğun gözlerine bakmaya başlarsınız. İşte gerçek iletişimin başladığı an. Masal anlatmak ve dinlemek bir iletişim kurma biçimidir. Sohbet etmektir. Masalı anlatırken, çocuğun gözlerine baktığınız için onun hikayenin neresinden etkilendiğini, korkup korkmadığını, heyacanlandıp heyecanlanmadığını görebilirsiniz. Ve hikayenin gidişattın göre ona yön verebilirsiniz… Bundan daha güzel bir eğitim şekli ve iletişim biçimi var mı? Bu söylediklerimden kitap okunmamalıdır sonucu çıkmasın lütfen. Kitap okumanın yanısıra anlatmanın büyüsünü keşfetmelerini tavsiye ederim.
Bunun ötesinde ebeveynlere anlattıkları masalların tadını çıkarmalarını öneririm. Masalın imaj dünyası ebevenynin hayal aleminde ne kadar canlı ise anlatımı da o kadar canlı olur. İşte bu canlılık çocuğu hipnotize etmeye yeter. Bazılarınız abarttığımız düşünecektir belki. Yaklaşık 7 yıldır 1.5 yaş ve üzeri, farklı kültürlerde çocuklara masallar anlatıyorum. Deneyimlerim bana masalların, iyi bir anlatıcının dilinde hipnotik etkiye sebep olabileceğini gösteriyor. Çocuklar ağızları açık, nefes almadan sizi dinliyorlarsa, bir nevi hipnotize olmuşlardır ve masalı dünyasında yaşıyorlardır demektir.
Peki nasıl çıkartacağız bu tadı, sorusunu duyar gibiyim 🙂 Çok sevdiğim bir öğrencim 7 yaşındaki Ege’ye bir gün sordum. “Sence bir masal anlatıcısı masalını daha iyi anlatmak için nelere dikkat etmelidir? Ege “Masalın kalbine” dedi. Çocuklar bizden daha iyi biliyor aslında 🙂 Ege’nin masalın kalbi diye bahsettiği şey benim eğitimlerimde masalın imajları, duyguları diye anlattığım konuydu. Anlatırken, masalın seslerini duyar, görüntülerini görür, kokularını koklar, tadlarını bilirseniz, bütün bunları hayal aleminizde canlandırabilirseniz, yani hayal dünyasının kapılarını aralayabilirseniz işte o zaman masalın kalbine ulaşmış olursunuz. O kalp sizin ellerinizde olduktan sonra çocuklar etrafınızda, ateşin etrafındaki pervaneler gibi dönüp dururlar. Aşık olurlar. Masalın tadını, ancak onun kalbine ulaşabilrsek çıkartabiliriz.
Masalı anlatırken, onun iskeletini değiştirmeyin. Masalın iskeleti, onun en temel öğeleridir. Çıkardığınızda o artık başka bir masal oluyorsa, iskeletine dokunmuşsunuz demektir. Örneğin kırmızı başlıklı kız masalında kurdun büyükanneyi ve kırmızı başlıklı kızı yutması temel bir öğedir. Bunu değiştirip, bütün çatışmaları çıkardığımız an, o artık kırmızı başlıklı kız değildir. Bu neden önemli? Masalların iskeleti binyıllar boyunca ağızdan ağıza kulaktan kulağa değişmeden aktarılarak gelirler. Bir değil binlerce insanın deneyim süzgecinden geçmişlerdir. Ve sembollerle, arketiplerle yüklüdürler. Sorduğumuz en derin sorulara cevap verebilirler bu yüzden. Bazen direk bazen dolaylı. Bu kadim yapıya saygı duymak, bozmamak gerektiğini düşünüyorum bu yüzden.
Başladığınız masalı mutlaka bitirin. Masalın kahramanı yaşadığı zorlu maceralardan sonra mutlu sona ulaşır. Masalı maceranın orta yerinde, kahramanın en sıkıntı yaşadığı yerde bırakıp, ertesi yarın dediğinizde kahramanın dönüşüm çemberini kapatmamış olursunuz. Çocuk kendisini kahramanla özdeşleştiriri. Masalı kestiğiniz yerde, çocuk da kendi iç dünyasında kahramanın uğraştığı sorunlarla uğraşmaya devam edebilir ve problemlerle nasıl baş edeceğini bilemeyebilir. Bu yüzden masalı bitirip, mutlu sona ulaşmak lazım 🙂
Anlatırken sıfatlar, uzun uzun betimlemeler yerine mimikleri kullanmak çok daha etkileyicidir.
Bunun ötesinde masalı anlatırken dil yapısına dikkat etmek gerekli. Uzun cümleler yerine kısa cümleler
kurmak anlatıyı daha da netleştirir. Bir de dolaylı anlatım yerine doğrudan anlatımı tercih etmeli. Örneğin; “Prenses kurbağayı öpmek istemediğini söyledi.” cümlesi yerine Prenses kurbağaya, “Seni öpmek istemiyorum.” dedi cümlesini tercih etmeli. Bu şekilde karakterin dünyasını açmış, karakterden aldığınız güç ile anlatımınızı zenginleştirmiş olursunuz.
Masal kitaplarındaki her masal her yaş grubuna uygun değildir. Bu yüzden bir masalı anlatmadan önce okuyup, çocuğun yaşına uygun olup olmadığına bakmalı. 0-5 yaş arası çocuklara hayvan masalları ve zincirleme masalların çok daha uygun olduğu kanısındayım. Peri masalları ise 5 yaş ve üstü çocuklara anlatılmalı.
H.G: İyi bir masal anlatıcısı nasıl olunur? Herkes masal anlatabilir mi?
N.A. Tibet yaradılış mitinde çok sevdiğim üç temel öğe var; Üç yumurta. Biri siyah, biri beyaz, diğeri de siyah-beyaz benekleri olan bir yumurta. Siyah yumurtadan kara ruhlar, beyaz yumurtadan aydınlık ruhlar doğar. Özellikle benekli olan yumurta masal anlatıcıları için çok önemli bir şey doğar 🙂 Bu yumurtadan “dilekleri için dua eden şey” açığa çıkar. Şekilsizdir. Ne dünyanın güzelliklerini görmeye gözleri, ne ilahi sesleri duymaya kulakları, ne mis kokuları içine çekecek bir burnu, ne tüm güzelliklere ve çirkinliklere dokunacak elleri, ne de tanrısal tadların tadına bakabilecek bir dili vardır. Bu şekilsiz “şey”in sadece düşünmeye, hissetmeye ve duyumsamaya yarayacak bir ruhu vardır. Bu ruh onun gören gözü, koklayan burnu, dokunan elleri, işiten kulağı, dünyanın tadına varan dili olur. Bu sayede bütün dünyanın güzelliğinin tadına varır. Bu “şey”in adı Sangs-Po ‘ bum khri dir. Yani dünyayı yaratan Tanrı. Bunu niye anlattım biliyor musunuz? Çünkü bu bizim tanrısal yönümüzü işaret ediyor. Beynimizin, ruhumuzun hayal edebilme gücüdür bu. Bir masalcı herşeyden önce kendi içindeki bu Sangs-Po ‘bum khri’yi keşfetmeli. Ancak o zaman kendi içinde dünyalar yaratabilir ve başkalarını davet edebilir. Bu dünyayı yaratmak tek başına yeterli midir? Değildir elbet. İkinci adımda anlatıcının, yaratılan bu dünyanın dinleyenin zihninde/ruhunda nasıl “yeniden”oluşmasına vesile olacağıdır. Bu da işin teknik kısmı. Performans sanatlarının tüm inceliklerine sahip olabilmelidir anlatıcı. Bedenini, sesini, mekanı iyi kullanabilmelidir ve ritim duygusu olmalıdır. Seyirci ile göz teması kurabilmeli, doğaçlama yapabilmeli. Dinleyici ile etkileşime açık olabilmelidir. Dinleyicisini dinleyebilmeli ve onun ihtiyaçlarını fark edebilmeli. Bir de dili iyi kullanabilmelidir. Her şeyden önemlisi de bütün bu yukarıda sayılan maddelerin kendi varlığında gelişmesi, büyüyüp serpilmesi için zamanın bilgeliğine inanmalıdır kanımca.
H.G: Anneler ve babalar senin masal anlatıcılığı eğitimlerine nasıl katılabilirler? Atölyelerinde onları nasıl bir süreç bekliyor? Yakın zamanda ve biz Kadıköy Anneleri ’ne yakın mekânda bir atölye çalışman var. Onu da buradan duyurmak isterim. Paylaşır mısın?
N.A: Bu işe gönüllü olan olan herkes eğitimlerime katılabilirler. Eğitimlere katılmanın tek koşulu gerçekten bunu istemek. Bu yüzden kayıt yaptırmak çok zor değil 🙂
Eğitimde masalların dünyasına giriş yapıyorum. Ben özellikle insan beyninin neden hikayelere ihtiyaç duyduğu ve neden sürekli imajlarla düşündüğümüz konusunu yakından inceliyoruz. Daha sonrada bir masalı ezberlemeden, onu kendi imaj dünyamızda yeniden nasıl yaratırız bunu öğretiyorum. Hikaye / Masal Anlatıcılığı kendi başına bir disiplin ve bazı temel metodları var. Bunlar hayal alemine ve anlatıcılık dünyasına açılan kapıları aralayan renkli anahtarlar gibiler. İşte bu anahtarları paylaşıyorum eğitimlerimde.
Yakın zamanda, 27-28 Haziran’da Caddebostan’daki MİRA Atölyede bir eğitim vereceğim. Eğitime katılmak isteyenler 053224788287 numaralı telefondan ayrıntılı bilgiye ulaşabilirler. Ya da buradan okuyabilirler. Ayrıca Kadıköy Anneleri’nden katılmak isteyen 2 kişiye de %20 indirim vermek isterim. Yalnız kayıt için acele edin lütfen 🙂
H.Ç: Senin de bir kitap kurdu olduğunu ve çocuk edebiyatını yakından takip ettiğini biliyorum. Bu hafta ilk kitaplığımda senin önerilerini paylaşmak istiyorum. Bize, biz Kadıköy Annelerine bebeklerimiz/çocuklarımız için birkaç kitap önerir misin?
N.A: Elbette seve seve. İlk olarak Suzy Lee’nin, “Dalga”, “Gölge” ve “Ayna” kitaplarından bahsetmeliyim. Sonra Maurice Sendak’ın “Vahşi Şeyler Ülkesi”, WolfElbruch’in, WernerHolzwarth’un “Kafasına Edeni Bulmaya Çalışan Küçük Köstebeğin Hikâyesi”, Eduardo Galeano tarafından yaratılan “Papağanın Diriliş Öyküsü”, Eric Carle’den, “Tohum”. Tohum demişken Nazan Özdemir Eren’in yazdığı, “Tohumun Rüyası” ve Peter H. Reynolds’ın “Mış Gibi” ve “Nokta” kitapları.
H.Ç: Sevgili Nazlı, biz Kadıköy Annelerine harika bir seçki sundun. Ben de Suzy Lee’nin, “Dalga”, “Gölge” ve “Ayna” kitaplarına bayılıyorum. Bir hikâye anlatmak için illa kelimeleri kullanmanın gerekmediğini çizginin gücünü çok güzel anlatan kitaplar bunlar. Türk yazını açısından Sevgili Behiç Ak’ın “Doğum Günü Hediyesi” adlı kitabı buna güzel bir örnek. Bu kitaba İlk Kitaplığımızda yer vermiştik. Merak edenler buradan okuyabilir. Maurice Sendak’ın “Vahşi Şeyler Ülkesinde”yi bilmiyorum, görselleri çok güzel görünüyor. Hemen alıp İda’ya okumak için sabırsızlanıyorum. “Kafasına Edeni Bulmaya Çalışan Küçük Köstebeğin Hikâyesi” ise bizim de favorimiz. Geçen haftalarda İlk Kitaplığımızın raflarında ona yer vermiştik. Buradan okunabilir. “Papağanın Diriliş Öyküsü”,“Tohumun Rüyası”,“Mış Gibi” ve “Nokta” kitapları da bizim için keşfedilmeyi bekliyor. Eric Carle’den “Tohum”, sanırım “Minik Tohum” olarak çevrilmiş. Eric Carle’yi çok seviyoruz. Kendisinin “Aç Tırtıl” adlı kitabı ile ilgili yazımı da buradan okuyabilirsiniz. Kolumuzun altı birçok kitapla doldu sana tekrar çok teşekkür ederiz. Umarım bir gün Kadıköy Anneleri için bir masal anlatıcılığı atölyesi ya da performansı yaparsın. Seni takip etmek isteyen anneler seni nasıl bulabilir?
N.A: Sevgili Hafize ben çok teşekkür ederim. Böylesine güzel bir gruba beni konuk ettiğin için. Zaten yazılarını takip ediyordum. Beni takip etmek isteyenler, aşağıdaki adresleri kullanabilir. Sevgiyle ve masallarla kalın,
http://nazlicevik.blogspot.com.tr/
www.sirincemasallarfestivali.blogspot.com
[author title=”Hafize Güner” image=”https://kadikoyanneleri.com/wp-content/uploads/2015/01/ka_ozum_foto.jpg”]İda’nın annesi, çocuk gelişimi ve eğitimi öğretmeni, yaratıcı drama uzmanı/öğretmeni, çocuk yogası eğitmeni, drama/tiyatro ve çocuk kitapları yazarı. Şimdilerde Terakki Vakfı Okulları’nda çalışıyor. Moda’da yaşıyor. Dört kedisi, sokak köpekleri, Tilki Toni kitapları ve biricik eşiyle huzurlu ve mutlu.[/author]