Çocukların Yaratıcılığında Ebeveyn Etkisi

Önce biraz yaratıcılığın fizyolojik kökeninde bahsetmek istiyorum.

Çocuk, 3-6 yaş aralığında yaratıcılıkla ilgili en pik seviyesine ulaşır. Hayal gücü bu dönemde oldukça gelişmiştir. 6 yaştan sonra yaklaşık 2 yıl içerisinde, yani okul döneminde bu enteresan yaratıcılık performansı azalmaya başlar. Peki neden? Çünkü çocuklar, okul dönemine geldiklerinde toplum kurallarına ve düzenine gerçekçi bir düzlemde adapte olmaya başlarlar. Ve 3-6 yaş aralığında olduğu gibi içinde yaşadıkları ortamdan bağımsız ve özgün olarak düşünemezler.

6 yaş sonrası

6 yaş sonrası okul döneminde çocuğun beynindeki prefrontal korteksi(bilinç, toplumsal kurallar bölümü) gelişmeye başlar. Prefrontal korteks kişinin sosyalleşerek ve toplumsal düzeni farkederek, bilinçli olarak yaşamasını sağlayan bölümdür.

Çocukken limbik sistem ve frontal korteks arasındaki zayıf ağ yapısı, aynı zamanda korteks(bilinç) oluşumlarının, limbikte(ilkel dürtüsel bölge) bulunan duygusal yapılar üzerindeki kontrolünü de engeller. Böylece kontrol ve sınırlayıcılık içeren korteksin bu bağlantısından yoksun olan kişi, daha içgüdüsel, ilkel, bağlantısız, özgün ve yasaksız olur.

Bu işleyiş aynı zamanda yaratıcılığa da ideal bir zemin hazırlar. Benzer bağlantı azlığına, çoğu ünlü eşsiz ressam ve bestecide de rastlanılmaktadır. Velhasıl yaratıcılık biraz da monoton düzenin, kuralların dışındadır diyebiliriz. Yani yukarıdaki anatomik bilgileri sadeleştirirsek çocuk, izin verildiği ölçüde yaratıcıdır, çünkü ailesiyle birlikte yaşadığı sürece, hamura şekil verir gibi, onların şekil vermesiyle gelecek formu oluşturulur. Ek olarak, aşırı kurallar silsilesiyle yoğrulmuş eğitim sistemimiz, aslında çocukların yaratıcılığının önündeki en büyük engeldir.

Yaratıcılık neden önemli?

Peki yaratıcılık neden bu kadar önemli? Çünkü yaratıcılık, problem çözme yetisini de beraberinde getirir. Her ailenin hayali, çocuğunun kendi ayakları üzerinde durma becerisine sahip olmasıdır. Fakat doğdukları andan itibaren “sen prenses ve prenssin” diye büyütülen bir nesil düşünün. İstedikleri herşey çabalamadan kendilerine veriliyor. Verilmiyorsa küsme, çabuk sıkılma ve vazgeçme gibi başa çıkma mekanizmaları ile karşılaşıyor aileler.

Sonrasında bu çocuklar büyüdüklerinde veya gittikleri iş yerlerinde, kraliyet ailesinin bir mensubu olmadiklarını, göz teması kurulmadan yapılan empati yoksunu, yüzeysel ve acımasız patron&işçi diyaloglarında anlıyorlar. Ya da karşılık alamadıkları o ilk aşkın kalp acısında tanımaya başlıyorlar gerçek hayatı.

Bunun sonucu olarak, eksik kalan ve bir anda ulaşılmaya alışık olunan ailenin sunduğu çözümlerle gelen tatmini, yani mutluluk ve haz hissi veren dopamini, başka türlü elde etme yolları arıyorlar. Kendilerine sanal alemde mutluluk platformları yaratıyorlar, alkol ve  uyuşturucu bağımlılığına yöneliyorlar.

Sen süpersin, sen özelsin

Aile diyor ki, sen süpersin özelsin, biz arkandayız hatta önündeydiz, senin yerine problemi çözeriz. Gerçek sistem diyor ki umrumda degilsin! Sonuç ise ciddi bir bocalama, kimlik kargaşası, özgüven eksikliği, sosyal ilişki başarısızlıkları ve asosyallik. Çaba harcamadan almaya alıştığı ödüllerin onayların, karşılığı olmayan bir dünyada ne arkadaşları onları gerçekten “like” ediyor ne de patronları.

Fakat çabasız elde edilen ya da verilen onay&ödül sonucu oluşan dopamine, yani mutluluğa ihtiyaç var. Sonrasında alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, asosyallik ya da duygudan empatiden  yoksun yüzeysel ilişkiler, internet bağımlılığı, depresyon, intihar oranlarındaki artışlar gibi istenmeyen durumlar meydana geliyor. Ve elimizde adına “kaybolmuş nesil” dediğimiz bir yapı oluşuyor.

Bizim zamanımızda böyle değildi?

“Bizim zamanımızda böyle değildi” yargılamaları yapmak yerine, onları kazanmaya mı çalışıyoruz yoksa hatalı sürüm muamelesi mi yapıyoruz? Ebeveyn, eğitmen ve işverenler kendilerine bunu sormalı. Onlara doğru eğitim ve rehabilite olma olanaklarının yolunu açmalılar. Çünkü bu yetiştirme modelleri ve yaratıcılığı kısıtlayan eğitim sistemiyle bu neslin, gündelik hayatla başa çıkabilmeleri için gereken yaratıcı çözüm odaklı becerileri edinme ihtimalleri yok. Hatta bu becerileri edinecekleri onları tatmin eden bir örnek modelleri de yok.

Böylece neyi neden isteyip ya da istemedikleriyle ilgili bir alt yapıya ve farkındalığa da sahip değiller. Sanal ve devasal bir örümcek ağıyla çevrililer. Aralarında kendi dillerini oluşturmuşlar ve onun dışına çıkamıyorlar. Çünkü onları yetiştirirken çıkış yolunu kendilerinin bulmalarına izin vermedik. Farkındalık ve  sorgulama yetilerini geliştirmedik. Kendi kırgınlıklarımızın yansıması ve telafisi olarak her istediklerini yapmaya çalıştık. Olamadıklarımızı onlarda oldurtmaya çalıştık. Nevrotik, çabalamadan ödülü hak eden taraflarını besledik. Onlara sorgulamayı öğretmedik.

Sokratik Sorgulama

Sokratik yöntem, antik dönem Yunan filozofu Sokrates’in felsefi düşünüşü ve bilgiyi soru sorarak öğretme yöntemidir. Sokrates’in öğrencilerine bilgileri sorular sorarak öğretmesi Sokratik dialog adıyla bilinir.

  1. İroni aşaması. Kişinin kesin doğru olarak bildiği ya da doğru bildiğini sandığı bilgiler ile ilgili sorular sorulur.
  2. Sorgulatma aşaması. Bu aşamada, bireyin doğru olarak bildiklerinin aslında sağlam temellere sahip olmadığınıbireyin düşünceleri arasındaki tutarsızlık ve çelişkiyi kişinin farketmesini sağlamak bulunmaktadır.

Bu bakış açısıyla yetişen çocuklara mesleki gözle baktığımda, ailelerinin de aynı şekilde hayata baktıklarını söyleyebilirim. Böyle yetişen çocuklar daha yaratıcı, pratik zekalı, çözüm odaklı, empati yeteneği yüksek oluyor. Dolayısıyla farkındalığı gelişmiş bireyler olarak yetişiyorlar. Sonuç olarak hayatta daha başarılı olmakla birlikte kendilerini daha başarılı, tatmin olmuş hissediyorlar. Bu çocukların ölçülen mutluluk düzeyleri de diğer akranlarına oranla çok daha yüksektir.

Uzm. Klinik Psk. Nilgün Saltaş
Uzm. Klinik Psk. Nilgün Saltaş
Lise öğrenimini Balıkesir Yabancı Dil Ağırlıklı Balıkesir Lisesi Fen -Mat Bölümünü bitirerek tamamladı. 2001 yılında Haliç Üniversitesi Psikoloji bölümüne başladı. Lisans eğitimi süresince Bakırköy Devlet Hastanesi’nde Psikoz Bölümünde klinik stajını tamamladı. Psikoloji Lisans eğitiminden 2005 yılında mezun oldu. Mezun olduktan sonra çeşitli Anaokulu ve Rehabilitasyon merkezlerinde çocuklarla ve ailelerle Aile Danışmanı olarak, sonrasında Danışmanlık Merkezlerinde yetişkin ve ergenlenlerle bireysel psikoterapist olarak çalıştı. 2013 yılında Aile Danışmanlığı Eğitimini tamamladı. 2018 yılında Üsküdar Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programına katılmaya hak kazandı. Stajını NP Beyin Hastanesi'nde tamamladıktan sonra 2020 yılında mezun oldu. Sonra hemen akabinde yine Üsküdar Üniversitesi' nde ikinci Yüksek Lisans olarak "Bağımlılık Danışmanlığı ve Rehabilitasyon" bölümüne başladı ve yine NP Beyin Hastanesi'nde Amatem Bölümünde bağımlı hastalarla çalışarak stajını başarıyla tamamladı. Şuan bağımlılık yüksek lisans eğitiminin tez aşamasındadır. Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi, EMDR eğitimi ve süpervizyon eğitimini Psikiyatrist Doç.Dr. Taner Öznur eğitmenliğinde edinmiştir.

Kaçırmayın!

Benzer Yazılar