Lohusa sendromu nedir? Lohusanın mezarı kırk gün açık kalır. Lohusa hep ötelere açık bir kapının önünde durur. Hatta lohusanın bir ayağı mezardadır.
Lohusanın kırk basması, al basması, alkarısı… Özetle bunlar gibi psişik etkilere yani halk diliyle cinlere, nazara vs. maruz kalması.
Lohusa Sendromu – Lohusa Cinleri
Şüphesiz büyüklerimiz lohusa sendromu tıbbi dilde postpartum depresyonu hakkında bizden çok daha fazla şey biliyorlarmış. Baktığınızda, bu kadınlar daha geleneksel yaşayan insanlar, bizden belki daha eğitimsizler, koşulları daha sınırlı vs. Ancak onlar için o kadar doğal ki postpartum depresyonu; ama buna “Lohusa Cinleri” diyorlarmış mesela. Ayrıntılar önemli değil. Önemli olan böyle bir olguyu kabul etmeleri. Ve bunu, kadının hayatının normal bir parçası, aşılması gereken bir safhası olarak görmeleri. Şimdi de onun arkasından gelen eğitimli, modern kadına bir bakalım; bunları “hurafe” diye geçiştiren bir yaşam tarzı… Aslına bakarsanız modern kadın, postpartum depresyonu karşısında daha hazırlıksız… Lohusalıkta sadece bebeğe b
akılmazmış eskiden. Ancak bugün; “süper dişi” imajı var. Yok ki öyle bir şey!
Gerçekten de loğusa kadın ve bebeği belirli bir zaman yalnız bırakmamak tıbbi açıdan gerekli. Kadının doğum sonrası oluşacak psikolojik durumları, ya da tıbbi açıdan, ani çıkacak rahatsızlıklara karşı bir sigorta. En azından bunu kendi lohusalığımda kanıtlamış oldum. Zira “Lohusa Cinlerim” tam da aslında teknik anlamda lohusalığımın bittiği o “42.” güne rastlar. Yani doğumun başından bu yana yanımda olan annemin artık evine döndüğü, eşiminse işe gittiği gün. İlk kez bebeğimle tam 11 saat yapayalnız kaldığım gün. Tarih çok net; 24 Ocak 2014- Rüzgar’ın doğumu olan 13 Ocak’tan tam 42 gün sonra.
O zamana kadar da her şey tozpembe değildi tabii, 15 saat süren doğal doğum (bunu “Bir Doğum Hikayesi” bölümümüzde daha sonra ayrıntılarıyla anlatacağım), acı şokuna girip tam doğum anında pes edip bayılmam, hemşirenin üstüme çıkıp karnımı bastırması, bebekle ilk göze göze geldiğim anki ruh halime göre çirkin (şu anda dünya yakışıklısı) olduğunu düşünmem vb. travmalardan sonra kalbimdeki “olması gerek” sevgi hissi yerine odak noktam hep “acı” oldu.
Lohusa Sendromu Nasıl Yaşanır?
Sanki doğum anında yaşadığım acı hiç dinmeyecek, yıllarca cebimde benimle birlikte yaşayıp gidecek gibi. Doğum anı aklıma geldikçe sabah akşam ağladım. Emzirdiğimde çatlayan, şişen, acıyan göğüs uçlarıma ağladım. Her tuvalete çıktığımda halen kanadığımı gördükçe ağladım. Yemek yerken rahat rahat sandalye üzerine oturamadıkça ağladım. Çünkü doktorum doğumdaki şiddetli ıkınmamdan sonra bir çiçek gibi açan hemoroidimi azdırmamak için yan oturmamı salık vermişti. Yürüyüş yaptıkça sızlayan bacaklarıma ağladım. Yine doktorum normal hayata adaptasyonuma yardımcı olması açısından her gün düzenli yürüyüş vermişti.
Geceleri rahmim küçülmek için inanılmaz bir çabayla kasılırken ağladım. Her iki saatte bir emzirmek zorunda olduğum ve bundan böyle uzun uyku uyuyamayacağım için ağladım. İşe gidemediğim için ağladım. Dışarıdaki hayatı özlediğim için ağladım. Alt değiştirme, uyutma, giydirme, gaz çıkarma gibi günlük bakımı neredeyse tamamen annem yaptığı için, sanki bebeğin annesi o da, ben değilmişim, annem bebeğimi benden çalıyormuş gibi hissettiğim için ağladım. Ve nihayetinde artık bir dost, sevgili, eş, arkadaş, iş arkadaşı, kadın, dişi, evlat değil de sadece ve sadece “anne” olduğumu anladığım için ağladım. İşte lohusa sendromunu ben böyle yaşadım.
Lohusa Sendromu Kimin Başına Gelir?
İşte tüm bu süreçte doğum sancıları ile hayatımın başka bir doğumunu da yaşamış oldum; depresyon, eskilerin tabiri ile “Lohusa Cinlerim” devreye girdi ve aklıma oyunlar oynamaya başladı. Hepimizin içinde özellikle lohusa döneminde ortaya çıkan farklı karakterde ve sayıca çok fazla kadın var. Bu tüm lohusalara özgü bir durum. Hepimiz böyleyiz. Bazı eleştirilerin aksine postpartum depresyonuna sadece “mutsuz” burjuva kadınların yakalandığı bir durum değil! Sınıf, statü, din ya da “kentli-köylü”, ‘eğitimli-eğitimsiz”, ‘Batılı-Doğulu”, “yeni anne-tecrübeli anne” ayırımı yapmaksızın tüm dünyada kadınları etkiliyor.
Hali vakti yerinde birinde de çıkabiliyor, maddi zorluk çekende de. Bazı kadınların ilk loğusalık deneyimleri gayet kolay geçiyor da, sonrakilerde hortlayıveriyor. Ya da tam tersi. Varsa bir esas sebep, vakaların çoğunda bunun ne olduğu tam olarak bilinmemekte. Unutmayalım ki bu rahatsızlık evlilikleri son derece iyi giden, hallerinden gayet memnun kadınların da başına geliyor.
Şüphesiz babalar da yaşıyor postpartum depresyonunu! Eşini gece gündüz evin içinde perperişan halde görmek, onun bitmeyen bunalımları karşısında çaresiz kalmak, birdenbire kayınvalide ya da bakıcılarla aynı evde yaşamaya başlamak, tam olarak dahil olamadığın bir kadınca dünyanın tek kişilik seyircisi olmak. Erkek için de asap bozucu bir tecrübe olabilir. Bebek ağlar, annesi ağlar, bebek ağlar, annesi ağlar… Taze baba kaçacak delik arar. Neyse ki benim hikayemde eşim bu depresyondan kurtulmamda ön ayak olan kişi.
Malum 42. Gün…
Ne diyorduk, hah “Lohusa Cinlerim”! İşte o malum 42. gün Rüzgar 11 saat uyumadı, sadece ağladı. Pışpışladım, kundakladım, ayağımda salladım, ninni söyledim, kucağıma aldım, yatırdım, kaldırdım, soydum, giydirdim, emzirdim, altını değiştirdim, sırtını sıvazladım. Oturdum ben de ağladım. Anlasın diye halimi anlattım ama yok yok yok! Akşam oldu, eşim geldi, yemek yedik. Rüzgar yine ağladı, hep ağladı. Benimse artık takatim kalmadı. Kulağımda hep “Pes etme, kendini koyverme, sakin ol, stres olma, sütünden geçer, daha çok ağlar” öğütleri..Karanlık yatak odasına götürdüm onu kucağımda, belki ışıktan rahatsız olmuştur diye. Kollarım saatlerdir pışpışlamanın verdiği yorgunlukla artık dizlerime doğru sarkıyor, Rüzgar yüzünü buruşturarak inanılmaz tonlarda ağlama, höykürme, bağırma, çığlık arası sesler çıkarıyor.
Ve Lohusa Cinleri Beni Bulur…
O sırada aynada aksimizi gördüm; (buraya kadarki kısım etrafımdaki herkesin bildiği hikaye, bundan sonrası ise ilk defa kaleme dökülüyorum, yeni doğum yapanlar varsa okumamalarını öneririm.) Rüzgar kırmızı gözlerinden ışıklar saçarak bana sinsice gülüyordu, sanki beni bu hale getirmekten gizlice zevk duyar gibi, adeta kahkahaları duvarlardan yansıyor ve kulaklarımı çınlatıyordu, “Eyvah!” dedim, “Lohusa Cinleri” sonunda bizi buldu, “Yastığın altına bir bıçak koyaydık iyiydi… Ah falanca teyze demişti kıyafetinin içine bir nazar boncuğu iliştiriverin diye.
Annemle çok kavga ediyorduk ama gitmeseydi keşke. Yoksa ben bir şeytan mı doğurdum?” diye bana oyunlar oynayan aklımda binbir düşünceyle bir hışımla salona gidip bebeği babasının kucağına fırlattım. Bundan sonrası biraz bulanık…Eşimin sonradan bana dediğine göre dilim tutulmuş, bana ne olduğunu, ne gördüğümü, ne hissettiğimi bir türlü anlatamamışım, çenem kilitlenmiş, Medyum Keko gibi tek hecede takılıp kalmışım o ise bana durmadan Rüzgar’ın yüzünü gösterip “Bak ona, bak yüzüne, o bizim çocuğumuz, o bizim yavrumuz, bak ne kadar masum, ne kadar güzel, senin o, sen doğurdun, bak n’olursun bak, tut, elini tut, sev onu, sarıl ona, yalvarırım kafanı çevirme” diyormuş… Şimdi bu satırları yazmak çok zor geldi..Onu öylesine seviyorum ki; 10 ay öncesini hatırlayınca göğsüme bir yumruk gibi oturdu. Zalimsin zaman…
Lohusalık Hikayesi…
Lohusalık sendromundan nasıl kurtulduğuma gelirsek, eşimin de desteğiyle o günden sonra hiç yalnız kalmamaya özen gösterdim. O zaten haberim olmadan tüm arkadaşlarımı aramış, hepsi gün boyu beni aradılar, sordular, beni gezmeye çıkardılar, o dönemdeki desteklerinden dolayı tüm dostlarıma, arkadaşlarıma inanılmaz minnettarım. Ama bunlar da bir yere kadardı, akıl sağlığımı kaybetmemek için hayatımda marjinal bir değişikliğe gitmem gerekiyordu.
Bu noktada “Lohusalık sendromunu yaşayan tek çalışan anne ben olamam” deyip harıl harıl bebeğimle birlikte yapabileceğim aktiviteleri araştırmaya başladım. İlk adımım “SineBebe” oldu, sonra anne&bebek yogası, anne&bebek zumbası oldu, kendim gibi işi bırakıp anneliğe soyunmuş kadınları gördükçe, “Neden daha fazlası olmasın?” dedim. Ve böylece Kadıköy Anneleri kuruluş hikayesi başlamış oldu… Anlayacağınız Kadıköy Anneleri’nin arka planında hüzünlü bir “Lohusalık Hikayesi” var.
Lohusa Depresyonu Haftası
Uykusuz Anneler’in kurucusu Perihan Gürer de Uykucu Bebek‘in de desteğiyle, bu konuyla ilgili bir sosyal sorumluluk projesine imza atarak her sene Aralık ayının üçüncü haftasını Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası ilan etmiş ve lohusa depresyonu hakkında anneleri ve toplumu bilgilendirmeyi amaçlamış.
Hafta boyunca düzenlenen ücretsiz etkinliklere katılabilir, Türkiye’de benim gibi hikayeleri olan kadınları buradan okuyabilirsiniz. Dilerseniz dünyada Lohusa depresyonu üzerine en çok okunan ve en çok paylaşımda bulunan Katherine Stone‘un Post Partum Progress bloguna bir göz atabilirsiniz. Cumartesi günkü yazımda ise size yıllar önce henüz ergenken okuduğum ve Elif Şafak’ın kendi lohusalık depresyonun yazdığı “Siyah Süt” kitabındaki karakterlerin, Türk boylarındaki çeşitli varyantlarıyla harmanlanmış soy ağacından bahsedeceğim. O zaman sıradaki parça tüm bu süreci geçirmiş anneler ve yeni annelere gelsin; kış kış cinler kış kış yallah cinler yallah!